26 Kasım 2010 Cuma

Mülksüzler - Ursula K. Le Guin

“Sorumluluğun ve özgürlüğün, seçeneğin olmadığı, yalnızca yasaya uymaktan oluşan sahte bir seçeneğin veya yasaya uymamayı izleyen cezanın olduğu bir toplumda yaşamak ister miydin ?" diye sordu Shevek ve ekledi :

"Gerçek bir hapishanede yaşamak ister miydin?”


Ne cevap verirdiniz ?


"Kıyıya vurmadıkları sürece, balıklar suyun farkında değildirler." *

Peki sahip olmamak özgür kılar mı insanı?

“Eğer yalnızca sayılardan oluşan bir kitap yazılabilseydi, doğru olurdu. Haklı olurdu. Sözlerle söylenen hiçbir şey tam doğru çıkmıyordu. Söze dökülen şeyler düzgün durup birbirine uyacağına eğilip bükülüyor, uçup gidiyordu.”

33



“Erkeğin istediği özgürlüktür. Kadının istediği mülkiyettir. Seni ancak başka bir şeyle takas edebilirse serbest bırakır. Bütün kadınlar mülkiyetçidir.”

51


“Bazı insanlarda otorite içkindir; bazı imparatorların gerçekten yeni giysileri vardır.”

54


“Aşırılık dışkıdır. ... Bedende kalan dışkı da zehirdir.”

89


“Bir hırsız yaratmak için, bir sahip yaratın; suç yaratmak istiyorsanız, yasalar koyun.”

122


“Ne aradığını bilmiyordu. Ama onu nerede arayacağını biliyordu.”

150


“Ona hepsi kaygılı gibi görünüyorlardı. ... Ne kadar para kazanırlarsa kazansınlar yine de yoksul ölmemek için daha fazla çalışmaları gerektiğini düşündükleri için miydi? Suçluluk muydu, çünkü ne kadar az paraları olursa olsun, her zaman onlardan daha az parası olan birisi vardı.”

179


“Balıklar gibi bebek yapmak isterdim, yumurtalarını bırakıp yüzüp gideceksin o kadar... Tabi geri dönüp yumurtalarını yemezsen...”

205



"We came, Takver thought, from a great distance to each other. We have always done so. Over great distances, over years, over abysses of chance. It is because he comes from so far away that nothing can separate us. Nothing, no distances, no years, can be greater than the distance that's already between us, the distance of our sex, the difference of our being, our minds; that gap, that abyss which we bridge with a look, with a touch, with a word, the easiest thing in the world. Look how far away he is, asleep. Look how far away he is, he always is. But he comes back, he comes back, he comes back…"



"Çok uzun bir yoldan, diye düşündü Takver, birbirimize geldik. Her zaman bunu yaptık. Büyük uzaklıkları, yılları, rastlantı uçurumlarını aşarak. Bu kadar uzaktan geldiği için artık kimse bizi ayıramaz. Hiçbir şey, hiçbir uzaklık, hiçbir zaman aralığı zaten aramızda olan uzaklığı, cinsiyetlerimizin uzaklığını, varlıklarımızın, akıllarımızın farklılığını aşamaz; bir bakışla, bir dokunuşla, dünyadaki en kolay şeyle, bir sözcükle üzerine kö prü kuruverdiğimiz o boşluğu, o uçurumu. Ne kadar uzak olduğuna bak uyurken. Ne kadar uzak olduğuna bak, her zaman ne kadar uzak olduğuna."

274


* Marshall McLuhan

1 Kasım 2010 Pazartesi

Doğunun Limanları - Amin Maalouf

Bir insanın hayatı doğumuyla başlamıyormuş meğer; çünkü insanın hayatı öldükten sonra da devam ediyormuş.

Doğduğu yerden gidince insan, aslında bir yanı hep orada kalıyormuş meğer; çünkü kendi gitse de, unuttuğu şeyler muhakkak oluyormuş.

Mutlu başlayan her aşk hikayesi mutlu devam etmeyebiliyormuş meğer; ama mutlu bitebiliyormuş.

Şartlar insanın hayatını değiştirebilecek kadar önemli olabiliyormuş meğer; çünkü yaşamak sabredilemeyecek kadar uzun değilmiş.

İnsan öldükten sonra da yaşayabiliyormuş meğer; çünkü hayat, insanın doğumuyla başlamıyormuş.

"Annenin kaderi kızının çeyiziymiş" derler.




"-İlk neyi konuşalım, diye sordu.
-En kolayı, en baştan almak. Doğumunuzdan...
..
-Bir insanın hayatının doğumuyla başladığına emin misiniz?”

17



"Bu şehirde doğmuştu, ama gelecek, geçmişisn duvarlarının ardında değildir.”

29


“... herkes ötekilerin duasını sustursun diye kendi tanrısına yakarıyordu.”

33


“Hem zaten geleceği kuran, geçmişe dönük özlemlerimiz değil de nedir?”

36


“Sanki hoparlöre konuşmuşum, bütün şehir de beni duymuş gibi hissediyordum.”

55


“Bu adamlardan bazıları Tanrı'ya bile inanmıyordu ki, başka bir hayatta ödüllendirilmeyi umut etsinler.”

76


“Bir kahraman olduğunuzu inkar etmeye kalkıştığınızda şanınız iyice yürür, üstelik size bir de alçakgönüllülük payesini verirler. Söylediklerine göre, kahramanların en yüce erdemiymiş bu.”

80


“İçimi kemiren bir ur olsa, onu da mı seveyim etimdendir, kanımdandır diye?”

87


“Delice aşkın bütün belirtileri vardı bende, ama kelime bir türlü gelmiyordu. Sanırım böyle anlarda sizinle alay ederek hatta kötü niyetle bile olsa aşık kelimesini telaffuz edecek bir sırdaş lazımdır, soruyu kendimize de soralım diye çünkü o zaman cevap kesindir.”

95


“Biraz telaşla aşağıya indiğinde, aklıma şundan başka bir şey gelmedi : “ bana mektup yazacağına söz ver, demeyi unutmuşum!” itiraf etmeliyim ki aptallığın daniskasıydı bu. Ama daha iyi oldu, öyle durumlarda ne kadar aptal görünürseniz o kadar heyecan yaratırsınız.”

96


“Aşk ilk günkü gibi kalabilir, heyecan da öyle. Aylar da geçse, yıllar da geçse. Hayat, insana bıkkınlık verecek kadar uzun değildir. “

109


“Herkes “biz bizeyken” ettiği sözleri kendine saklayıp güya ötekine saygıdan kaynaklanan, aslında aşağılama ve tiksintiyi yansıtan sıradan, ağdalı kalıplarla konuşmaya heveslenirdi. Sanki iki taraf da iki ayrı türe ait varlıklarmış gibi.”

111


“Görüyorsunuz, hala dolaşabiliyor, haberleşebiliyorduk. Savaşla birlikte bu bitti. Sınırlar sımsıkı kapandı. Yolculara da, mektuplara da, telgraflara da, telefonlara da. Mesafe hala aynıydı, karayolundan üç-dört saat, ama bunlar artık farazi saatlerdi. Aramızda ışık yılları vardı, artık aynı gezegende değildik.”

128


“İnsan özlemini çektiği sevinçlere ulaşamadığı zaman sıkılır”.

138


“-Şunu kafana sok, kardeşin senin asla erişemeyeceğin bir üstünlüğe sahip.
-Neymiş o ?
-O, eski bir direnişçinin kardeşi; sen ise alt tarafı eski bir kaçakçının ağabeyisin”

152


25 Eylül 2010 Cumartesi

Veba - Albert Camus

"Veba salgınını ilan edin. Şehri kapatın."


... ve tanımlar değişmişti bu kez:

Şans, ömre eklenen her gün,

Ömür, vebadan kaçma süresi,

Veba ise kaderdi.


Herkesin hayatı en önemli, ölmesi gereken bir başka kişiydi.


Sahip olunan tek değerin vebayı başkasına bulaştırmamak olduğu düşünüldüğündeyse, pek az kişi namusluydu.


Peki,bir cesedin değeri bir insanın değerinden daha mı azdır?



Bir hastalığın,kendi silahını çekip ateşlediği kişileri görmek zorunda kalan, cinayetin bir başka türüne şahit olan, iyi niyetli bir tanık anlatıyor bize...


...




“Tek araç olarak elimizde yalnız telgraf kalmıştı. Kafa, kalp ve vücutla birbirlerine bağlı olan insanlar en çok on kelimelik bir telgrafın iri harflerinde eski beraberliklerini bulmaya çalışmak zorundaydılar. Bir telgrafta kullanılabilecek formüller de çabucak tükeneceği için, uzun zamandır bir arada geçirilmiş yaşantılar ve iç sızlatanaşk ihtirasları, şu biçimde hazırlanmış formüllerin karşılıklı gönderilmesi ile özetlenmiş hale geldi: “iyiyim. Kendine bak. Sevgiler.” “



“Beraber geçirilen zamanları iyi kullanmakta gösterdikleri ihmale acınıyolar, seven bir insan için sevilen bir varlığın sahip olduğu zamanı iyi kullanmanın her türlü mutluluğun baş sebebi olduğunu bilmedikleri için ve bunun farkına varabilmekte gösterdikleri acemilik yüzünden kendilerini suçluyorlardı.”



“Yalnızlığın bu aşırı sınırları içinde hiç kimse başkasından yardım bekleyemezdi. Herkes kendi derdiyle başbaşaydı. İçimizden biri rastgele kendini anlatmaya veya duygularına ait bir şeyden bahsetmeye kalkışsa, karşısındakilerden çoğu defa yargılayıcı bir karşılık alıyordu. Ancak o zaman karşısındakiyle kendisinin aynı şeylerden bahsetmediklerini farkediyordu.”



“Önceleri, böyle iniltiler duyulunca bazı meraklıların sokakta durup kulak verdikleri görülürdü. Fakat bu uzun tetikte durma hali insanların kalbini katılaştırmıştı. Artık herkes bu iniltilerin ortasından sanki bu iniltiler insanların tabii konuşmalarıymış gibi yürüyüp geçiyor ve yaşamasını sürdürüyordu.”



“Seni gerçekten sevdim, ama artık çok yorgunum. Senden ayrılırken bir mutluluk duymuyorum, ama bu hayata yeniden başlamak için mutluluğun gereği yok.”



“Artık kişisel alın yazıları yoktu, vebanın sebep olduğu ortak bir hikayenin içinde herkesin paylaştığı duygular vardı.”



“Bu şehir insanların üstüne merhametli yüzünü eğmiş olan Tanrı, artık beklemekten usandı, tanrısal umudunu kaybetti, bakışını artık bizden çevirdi. Tanrının ışığından yoksun kalınca, işte vebanın karanlığında uzun bir zaman için yaşamaya mahkum olduk.”



“Çünkü artık tabutlar kolaylıkla bulunmamaya başladı, ne kefenlik bez ne de mezarlıkta yer kaldı.”



“Saat, hem pahalı hem de anlamsız bir şeydir. Zamanı ve özellikle kendisi için önemli olan yemek vakitlerini uyanır uyanmaz başucunda bulduğu, birinin içi bezelye dolu, biri boş iki tencereyle ölçüyordu. Boş tencereyi hep aynı muntazam ve dikkatli hareketlerle dolduruyordu. Bir tencere ölçüsüyle gün dönümlerini tespit ediyordu. “ Her on beş tencerede bir, karnımı doyurmam gerek. Hepsi bu kadar.””



“Hem ben de onlar gibiyim. Ne olacak sanki! Benim gibi adamlar için ölüm nedir ki! Ölüm, bizlerin haklı olduğumuzu gösteren bir olaydır, o kadar.”



“Şurasını söylemeli ki, veba aşkın ve dostluğun bütün gücünü yok etmişti. Çünkü aşkın az ya da çok bir geleceğe ihtiyacı vardır, oysa bizim için yaşanılan anlardan daha ilerisi yoktu.”



“İnsanların uykuları, vebalıların hayatlarından daha kutsaldır.”



“Aşksız bir dünya ölü bir dünya sayılırdı ve insanın hapislerden işten bir yüzünü arzulamak cesaretinden ve şefkate susamış kalpten bıkıp usandığı bir an eninde sonunda gelirdi.”



“Teşekkür ederim, bilmeye hiç niyetim yok, mücadele edeceğim. Fakat oyunu eğer kaybetmişsem iyi bir şekilde bitirmek isterim.”



“..fakat bir insanı sevmenin o kadar büyük bir şey olmadığını, ya da, hiç değilse bir aşkın gerçek ifadesini bulabilecek kadar güçlü olmasının imkansızlığını biliyordu.”



“Namuslu insan, başkalarına hastalık bulaştırmayan insan, mümkün olduğu kadar az dalgın olan insandır.”



“İşte seni burada arzulamıştım ama o zaman sen yanımda değildin...”

7 Eylül 2010 Salı

Gertrud- Hermann Hesse

Kuhn şanslıydı.
Hissettiklerini ifade edebilmek için kelimeleri seçmiyordu herkes gibi. Notalarla ağlıyor, seviniyor ve notalarla aşık oluyordu.

Gertrud da şanslıydı.
Çok seviliyor; kendine yetecek kadar seviyordu.

Kuhn aslında şanssızdı.
Çok seviyor, kendine yetecek kadar bile sevilmiyordu. Sorsanız, sakatlığı yüzünden olduğunu söylerdi ama değildi. Nedeni basitti:


Çünkü insanlar ikiye ayrılmıştı:
Muoth gibi talihi kucaklayanlar ve Kuhn gibi talihin kucağına atılanlar...

Ama müzik vardı, hepsinin konuşabildiği, ortak dilleri.

Peki ya korkaklık, kader kisvesine büründüyse?



"Dışarıdan bakıp yaşamıma şöyle bir göz gezdirdiğimde pek de mutlu bir yaşam olduğunu söyleyemeyeceğim bunun. Ne var ki, içerdiği tüm hata ve yanlışlara karşın mutsuz bir yaşam olarak da niteleyemeyeceğim doğrusu. Zaten işi mutluluk ya da mutsuzluk açısından ele almak düpedüz budalalıktır; çünkü bana öyle geliyor ki, yaşamımın en mutsuz günlerini en neşeli günlerine değişmezdim."

5


"Evimizdeki bir gece toplantısında tatlı yüzlü sevgilimden bir şarkı söylenmesi istenmişti; sevgilim ilkin yanaşmadı, ama sonra peki dedi, ben de sabırsızlıktan ölerek onun şarkı söylemesini bekledim. Konuklardan bir bey bizim ufak tefek piyanomuzda sevgilime eşlik etti, tuşlara bir iki dokundu, ardından da sevgilim şarkıya başladı. Tanrım, berbattı söyleyişi, hazin denecek kadar berbattı; uğradığım şaşkınlık, katlandığım işkence daha şarkısını bitirmeye kalmadan kendisine karşı bir acımaya dönüştü, derken acıma bir alay duygusuna bıraktı yerini. Kıza olan sevgim kaybolup gitti içimde."

10


“...Ve daha o zamanlar şunu sezmiştim ki, doğru dürüst bir çalışma insanı yalnızlığa sürüklemekte ve bizden yaşamın rahatlığına sırt çevirmemizi istemekteydi.”

11


“... bana karşı merhametini hissetmektense, sinirli halimde kendisiyle kavgaya tutuşmayı uygun bulmuştum.”

48


“Zavallı, coşkulu biridir, güçten yana zengin, amaçtan yana yoksun biri. Her an bütün dünyayı kana kana içsin ister, ama elinde olup içebildiği bir damlacık bir şeydir sadece.”

49


“Çalışan insanların yaşamı sıkıcıdır; ilginç olan, haylazların yaşam ve yazgılarıdır.”

57


“Rahatlık ve mutluluklar değil, güçsüzlükler ve yenik düşmeler için yaratıldığıma, bu gölgeler ve bu özveriler olmadı mı içimdeki yaratıcılık pınarının bulanıp cılızlaşacağına inanır gibiydim.”

67


“Erkekleri görüyordum; bugün arzuyla, yarın bıkkınlıkla kahroluyor, yana yakıla seviyor, sevgilere hoyratça son veriyor, hiçbir sevgiye güven beslemiyor, hiçbir sevgide mutluluğu bulamıyorlardı."

72


“Kadınları görüyordum sevgiden yanıp tutuşan; aşağılanmaları ve dayakları sineye çekiyor, sonunda kapı dışarı ediliyor, ama bağlandıkları erkekten yine de kopamıyor, kıskançlıkları ve horlanmış sevgileriyle onurları çiğnenmiş, köpeksi bir sadakat sergiliyorlardı.”

72


“...Ayrıca kendim için daha bir sessiz daha bir el altından gözyaşları döktüm; bir başka gezegende yaşar gibi bütün bu insanların arasında yaşayıp hayat denen şeye akıl erdiremeyen, sevgiye susamışlıktan ölen, ama sevgiden de korkmadan duramayan kendim için gözyaşları”

72


“...sevginin ne olduğunu ansızın kavramıştım. Yeni bir duygu sayılmazdı, çok çok eski sezinlemelerin bir açıklık ve kesinlik kazanmasıydı, eski bir yurda dönüp gelişti yeniden.”

78


“Yaşayacaktım ister istemez, yaşamayı sineye çekecektim.”

117


“...Ama şunu biliyorum ki, bir mutluluk, bir cennet varsa, böylesi anların şaşmadan sürüp gitmesinden başka şey değildir; bu mutluluk da çileyle, acılarda arınmayla ele geçirilebilecek gibiyse o zaman hiçbir çile, hiçbir acı insanı yaşamdan kaçmaya zorlayacak kadar büyük sayılamaz.”

122


“Dürüst bir sanatçıyı yaşamda bekleyen, mutsuzluktur. Karnı acıkıp da azık torbasını açtı mı, içinde bulup bulacağı incik boncuktur sadece!”

142


“Eh, tutku her zaman bir bilmecedir, çözülmesi olanaksızdır; ne yazık ki kesin olan bir şey varsa, o da yaşamın, en güzel evlatlarını kollayıp gözetmediği, çokluk en seçkin insanların, başkaları dururken, kendilerini mahvedecek kişiyi sevmeden duramadıklarıdır.”

173


“Biri çıkar, bireyselliği icat eder, nedeni de çağdaşlarından hoşlanmamasıdır; bir diğeri de sosyalizmi uydurur kafasından, nedeni de yalnızlığa katlanamayışıdır.”

182



Moral insanity






10 Ağustos 2010 Salı

Katya'nın Yazı- Trevanian (Rodney William Whitaker)

1914 yazını anlatıyor Jean-Marc Montjean. Hayır hayır, büyük savaş öncesi her şeyin ne kadar mükemmel göründüğüne değinmiyor bile.



Aşka hazır bir gencin aradığını bulmasından bahsediyor; Katya'dan... 2.6 kilometreden çok daha uzağında olduğunu bilmeden anlatıyor onu. Ensesinin kavisinin çekici olduğunu söylüyor ama aşkını anlatan biri ne kadar gerçekçidir ki?



Birbiri için yanlış olan insanlar yoktur; aynı şartlarda olgunlaşamayan insanlar vardır. Katya da yanlış değildi ama Montjean, aşık olduğu kadına sarıldığı için pişman olabileceğini nereden bilebilirdi?



Katya, "seni sevmiyorum" diyebilmenin mantıklı açıklamasıydı.

Peki sevdiğinizin "seni sevmiyorum" demesine hiç inandınız mı?



O yaz, 1914 yazı, yani Katya'nın yazı, farklı sonları hak eden bir yaz olmalıydı.






“...Ama yavaş yavaş anlıyorum ki benim tevazu diye yanlış yorumladığım şey aslında senin gerçek kapasitenin sağlıklı bir değerlendirmesiymiş.”

9




“...Çünkü hayatımın o döneminde her şeyi yapabileceğimi sanmaktaydım. Henüz hiçbir şeye teşebbüs etmediğim için kendi yetersizliklerimden haberim yoktu.”

11




“Hem ayrıca, benim o yaz aşka hazır olmamla, sonbaharda gizli bir ölüm isteğini kovalamam arasında bir bağlantı da var. O bağlantı Katya.”

13




“Basit sosyal olaylardan böyle utanç vesileleri çıkarmak, kararsızlığa uğramak için insanın hem çok genç hem de belli bir huyda olması gerekiyor. Ben de tam o yaşta ve huydaydım.”

16




“Bir genç kızın anatomiye ilgi duymuş olduğunu 1914 yılında itiraf etmesinin ne etkiler yaratacağını nasıl tarif edebilirim? Günümüz modern dilberlerinden birinin pornografiye hayranlık duyuyorum demesi gibi bir şey.”

18




“...Ama aşkı oluşturan zerrecikler, bölünüp analizi yapılamayacak kadar küçük şeylerdir.”

27




“-Size bir itirafta bulunabilir miyim?


-Bilmem? Bu itiraf bana yük olacak mı? Sırlarınızı saklamak zorunda kalacak mıyım? Yoksa acımış gibi yapmak zorunda mı kalacağım?”

31




“Taşlarımı kaybetmek beni hiç üzmezdi. Koleksiyon yapmayı değil, yerden toplamayı seviyordum ben. Neden eğilip taşı aldığımın açıklaması ise... benim kendime göre çok mantıklıydı ama başkalarının buradaki mantığı anlamasını bekleyemeycek kadar aklım vardı. Şöyle düşünüyordum: Bu taşı ben almazsam... kim alır?”

35




“Aşk dediğin şeyin yeri insanın kalbi değil, kasıklarıdır, evladım.”

40




“Ben geleceği hep, yığınlar halinde bugün olmayı bekleyen yarınlardan oluşmuş diye görürüm.”

44




“Ona olağanüstü nitelikler yakıştırmaya öyle alışmıştım ki, her iyi yetiştirilmiş kızda bulunan normal şeylere de sahip olması beni bir bakıma şaşırtıyordu.”

51




“Romantik hayallerim Katya'yla kuracağımız mütevazı yuvaya, kaynatamın ve kayınbiraderimin konuk gelmesi düzeyine varmıştı bile.”

53




“Taşı kese biçimindeki çantasına, ötekilerinin yanına koydu, elindeki büyük çantaya attı. “Bana dünyayı vermekte olduğunuz hiç aklınıza gelmiş miydi... parça parça olarak?"

68




“Bana sorsan dışarıda, açık havada yemek yemek, kalabalık bir bulvarda cinsel ilişkide bulunmak gibi bir şey. Temel biyolojik ihtiyaçlar tenhada karşılanmalı.”

105




“Dedikodu bizim kadınlarımıza günahın tadını çıkarma olanağı verir. Kendi işlemeyecekleri, işleyemecekkleri günahlar. Çünkü cesaretsizlikleri, hayal güçlerinin eksikliği ve fırsatsızlık engelliyor. Biz de bu eksikliklere namus diyoruz.”

110



“Ne fazla mutluluğa ne de fazla acıya yer bırakıyorum. Kendime güvenli ve kararlı bir yüzeysellik edindim. Zevklerim var ama iştahlarım yok. Gülüyorum ama pek seyrek gülümsüyorum. Beklentilerim var ama umutlarım yok. Esprilerim var ama mizahım yok. Çok atağım ama hiç cesaretim yok. Açık sözlüyüm ama içtenliğim yok. Çekiciliği güzelliğe tercih ederim. Rahatlığı da yararlılığa tercih ederim. Güzel kurulmuş bir cümle bence anlamlı bir cümleden daha iyidir. Her şeyde yapaylığı seçerim”

124

Nietzsche Ağladığında- Irvin D. Yalom

"Friedrich Nietzsche ve Josef Breuer hiç karşılaşmadılar."

Yani, psikanaliz de onlar sayesinde doğmadı. Lou Salomé, Nietzsche için hiç endişelenmedi. Nietzsche, Breuer'e 'dostum' demedi. Mathilde, kocasının Nietzsche' ye ayırdığı vakti hiç kıskanmadı. Nietzsche hiç öylesine yalnız kalmadı ve belki hiç ağlamadı.



Ama sevdi. Üstelik, Lou Salomé'nin elinde kırbaç olmasını umursamaksızın, onunla bir hatıra da bıraktı. Sonraları ise, ona yazdığı mektupları ümitsizlikle boyadı. Bir amor fati aksi olarak belki de, Nietzsche ağladı.

Peki insan gerçekten sosyal bir varlık mıdır? Ya yalnızlık özgürlükse?







“...Bertha ise, nasıl söylemeli, cinsellik öncesinde, kadın olmamış, bir kadının bedeninde beceriksizce kıvranan bir çocuk.”

17



“...Ah, şu entelektüellerin üç milimetrelik iris aralığından beynin içine tüm bu bilgileri aktarmak için sarf ettikleri bitip tükenmeyen çabalar.”

52



“Profesörü, dışarıda Viyana pastası yememe konusunda uyarmak gibi saçma bir dürtü duydu; özellikle üzeri krema kaplı olanlara karşı dikkatli olmalıydı, yoksa bıyıklarını temizlemek için uzun süre taramak zorunda kalabilirdi.”

67



“Yaşamımın bir niçini var, nasılına da tahammül gösterecek güce sahibim”

75



“Ölüm kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.”

91



“Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır”

91



“...Doktorların, insanların kendi ölümlerini ellerinden almaya hakları olmadığını söylemesi...”

98



“ Bir kitap bizi alıp diğer kitapların üzerine çıkarmıyorsa o kitabın neresi iyidir?”

101



“...Aslında bakarsan, kafasının bir sürü kitaba gebe olduğunu ve baş ağrılarının da beyninin doğum sancıları olduğunu düşünüyor.”

107



“Gördüğü bir şeye yapışıp kalmakta inat eder; ama buna sadakat der.”

109



“Yalnızlık, hastalıkların üreyebileceği en uygun ortamdır.”

129



“İnsanın bütün eylemleri kendisine yöneliktir, bütün hismetleri kendine hizmettir, bütün sevgisi kendini sevmesindendir”

137



“Eğer ben, sizin deyişinizle, büyük biri olacaksam o zaman siz benim yaratıcım, benim kurtarıcım olarak daha da büyük olacaksınız!”

140



“...Herr Breuer, benim neyi bilmediğimi kanıtlamakla uğraşacağınıza neden öğretmek zorunda olduğum şeyleri öğrenmeye çalışmıyorsunuz?”

149



“Cinsel arzu, aslında, karşıdaki insanın zihni ve bedeni üzerinde mutlak hakimiyet kurmak için duyulan arzudan ibarettir.”

218



“Aşık, seven kişi değildir; aslında o, sevdiği kişinin mutlak sahibi olmayı amaçlar. Bütün isteği, tüm dünyayı o değerli malından soyutlamaktır. Altınları başında nöbet tutan ejderha kadar alçak ruhludur.”

218



“”Şehvet, topuklarımızı kemiren bir orospudur! Ve bu orospudan bir parça et esirgendiğinde bir parça ruh için yalvarmayı çok iyi becerir. “

219



“ Gördüğünüz gibi sorun, cinselliğin olup olmamasında değil, başka bir şeyi, ondan çok daha değerli, sonsuzluk kadar kıymetli bir şeyi yok etmesinde! Şehvet, tahrik olma, tensel zevkler; bunların hepsi köle edicidir! Yığınlar, şehvet yalağından beslenen domuzlar gibi bir yaşam sürerler”

219



“Josef, küçük bir intikam iyi bir şeydir. Bastırılmış hınç insanı hasta eder.” sy 261
“Bizler arzu edilenden çok arzu etmeye aşığızdır.”

280



“İnsanoğlunun bilgiden korkmadığı, artık zayıflığını “ahlak kuralı” kisvesi altında saklamayacağı, “yapacaksın” zincirini kırma cesareti bulduğu zamanlar da gelecek”

285



“...Ha, bu arada Montaigne'in ölüm üzerine yazdığı denemesinde mezarlığa bakan bir odada kalınmasını öğütlediğini biliyor musunuz? İnsanın zihnini dinlendirdiğini ve yaşamdaki önceliklerin değerlendirilmesini sağladığını öne sürüyor.”

295



“İnsan güzel bir tenin altındaki çirkinliği görmemek için gözlerini kör etmeden bir kadını sevemez; derinin altında kan, damarlar, yağ, sümük, dışkı; bu fizyolojik iğrençlikleri görmez.”

298




“Benim düşlediğim aşk iki insanın birbirini sahiplenme çabasından çok daha öte bir şey”

298



“ Belki benim öğrencilerim henüz dünyaya gelmediler. Benim günlerim yarından sonraki günler. Bazı filozoflar ölümlerinden sonra doğarlar.”

301



“Belki kuytu köşelerimde hala temizlemem gereken biraz kibir kalmış olabilir.”

301



“Evlilik bir hapishane değil, içinde daha yüce bir şeylerin yetiştirildiği bir bahçe olmalıdır. Belki de evliliğinizi kurtarmanın tek yolu onu bitirmektir.”

309



“Bu kadar gürültülü vurmamın sebebi dinleyenlerimin olmasını istememden mi?”

311



“Yine de en çok çiy damlası, en sessiz gecede düşer, biliyorum”

311



“Yaptığım seçimler başkalarını tutsak ediyorsa ben o özgürlüğü seçmem. Senin özgürlüğünün benim için anlamını düşündün mü? Bir dulun, terk edilmiş bir kadının ne kadar seçim şansı olabilir?”

316

Satranç- Stefan Zweig

Satırlara, sayfalara kısacası kitaba ihtiyaç duyan bir tutukluyu, çölde susamış bedevi klişesini kullanarak tanımlamak istiyorum. Kitaba susamış olmayı somutlaştırmanın nafile olduğunu düşündüğümden, susamak fiilini kendi gerçekliğiyle okutmak için yapıyorum bunu.




Bir paltonun cebindeki şişkinliğin kitaptan olduğunu bilmek, bazen nasıl da inanılmaz! Hayır, ılgın değil; art arda sıralanmış sözcükleri, satırları olan, içerisinde yeni dünyaları toplamış, sayfaları çevrilebilen, gerçek bir kitap.



Normal şartlar altında belki pencereden fırlatıverirdi o kitabı ama, yalnızlığına ortak çıkınca isteksizce sarılmakla yetindi.



Kitapta kendisi vardı yalnız. İki "ben" ile birlikte hem siyah, hem beyazdı. Kendisine şah çekip mat oluyor, bu tinsel atıştırmayı hevesten, bir çılgınlığa dönüştürüyordu.



Yararsız ve boş zamanlar, hırs ve sabırla doldurur mu insanı?



Ve şöyle anılacaktı: " Amatör olduğu düşünülürse, olağanüstü yetenekli"








"...Ötekiler, gerçek satranç oyuncuları, satrancı ciddiye alırken, ben, sözcüğün tam anlamıyla satranç 'oynarım' "

25




"Ama en kötüsü sorgulama değildi. En kötüsü, sorgulamadan sonra hiçliğime geri dönmekti; aynı masanın, aynı yatağın, aynı leğenin, aynı duvar kağıdının olduğu aynı odaya."

48




"Eh, dört ay, yazması kolay, altı üstü birkaç harf ! Söylemesi de kolay: dört ay, iki hece ! Çeyrek saat içinde dudaklar böyle bir sesi çabucak uyduruvermiş: dört ay ! "

50




"Ama bu kitapla cehennemime geri dönmek ne olağanüstü bir andı, en sonunda yalnızdım, ama hiç de yalnız sayılmazdım."

55




"Ama yeryüzünde kimin, hiçliğin kölesi olan benim kadar yararsız ve kullanılmayan zamanı vardı ki, kim bu kadar hırs ve sabırla doluydu? "

57




"Bu oyunlar oyununun yarattığı tinsel durum üzerine ne dereceye kafa yorduğunuzu bilmiyorum. Ama rastlantıdan tümüyle kopmuş bir düşünce oyunu olan satrançta, kendine karşı oynamak istemenin mantıksal açıdan bir saçmalık olduğunu anlamak için fazla düşünmeye gerek yok sanırım."

59




"Ama her türlü normallikten zorla kopartılmış olduğumu unutmayın; suçsuz olmasına karşın hapsedilmiş, aylardır tek başına bırakılarak kurnazca işkence yapılmış bir tutukluydum ben, birikmiş öfkesini uzun zamandan beri herhangi bir şeye boşaltmak isteyen bir insandım"

63




"Yeryüzünde beni sorgulamayan, bana işkence yapmayan bir insan var mıydı gerçekten?"

67




*

Franz Joseph Gall

*

Boyalı Kuş- Jerzy Kosinski

"Ve Tanrı, ulu Tanrı bilirdi yalnız,


Ayrı ırktan geldiklerini, memeliler olduklarını"

Mayakovski



İkinci Dünya Savaşı sırasında 6 yaşında bir çift gözün gördükleri bu roman. Gerçekliğinin boyutuyla ilgilenmedim hiç. Okunanlar, okunduğu anda gerçektiler çünkü.



Boyalı kuş hikayesi, boyanan bir kuşun, türdeşlerinin yanına gönderilmesinden sonra, türdeşleri tarafından farklı olduğu sanılarak öldürülmesine dayanır. Metafor yerindedir ve doğuştan boyalı bir kuş, yani aslında bir çocuk, düşmesinden endişelendiği gözlerinden gösterir bize dünyasını.

Anadan üryan bedenlerin iç içe geçmesinin bir anlam ifade etmediği yaşlarda, cinselliği en kaba haliyle görmüş; şiddeti şahikasında yaşamış bir çocuğun gözlerinden geçenlerdir okunanlar. Doğrusu, savaş ve yoksulluğun perçinlediği hayvanlaşma canileşme güdüsünün, insandaki dışavurumlarıdır o bir çift gözün gördükleri.


Peki savaş ve yoksulluk, insanlıktan çalar mı ?





"... Değirmenci olmasa dayanamaz alırdım gözleri. Hala gördüklerinden emindim. Onları cebimde gizler, zaman zaman çıkarıp kendiminkilerin üzerine koyup iki kere daha iyi görürdüm. Belki bu gözleri başımın arkasına da bağlayabilirdim..."

50




" Kör olunca hayat boyu gördüklerini de unutur muydu acaba insan? Düş bile göremezdi belki o zaman. Eğer kör kişi, belleğinin gözlerini de yitirmişse bu iş o kadar önemli sayılmazdı."

51




"...Zaman zaman gözlerimi yokluyor, dikkatle yürüyordum. Gözlerin yüzde pek cılız köklerle bağlandığını biliyordum artık. İnsan eğildi mi, elma ağacındaki elmalar gibi sarkıyor, düşebiliyorlardı. Baş eğip çitleri aşmayaya yemin ettim. Ama ilk denemede ayağım takıldı, düştüm. Hemen elimi yüzüme götürdüm. Gözlerimi yitirmediğimi anlamak, emin olmak istiyordum... "

52



"Ötekiler, Almanlar tarafından güçlü makinelerle donatılmış fırınlarda yakılırken, benim bayağı odun ateşinde kavrulmaya hiç niyetim yoktu."

108




"Ölmeden önce ne düşündüğünü bulmaya çalışıyordum. Onu trenden atan yakınlarıyla dostları, herhalde köylülerin yardımına koşacaklarını, fırında yanmaktan kurtaracaklarını söylemişlerdi. Büyük bir hayal kırıklığıydı bu! Tıklım tıklım vagonda annesiyle babasının sıcak göğsüne sokulmayı, yakınlarının varlığını duymayı, tek başına olmadığını, diğerleri gibi bir yanlışlık sonucu götürüldüğüne inanmayı yeğ tutardı sanırım."

111




"Yakmak için koca koca fırınlar yapacaklarına, Yahudilerle, Çingenelerin göz ve saç rengini değiştirmek daha kolay olmaz mıydı?"

111



"Kiliseler beni hep etkilemiştir. Dünyanın her tarafına serpiştirilmiş Tanrı evleriydi bunlar. Tanrı, bunların hiç birinde oturmazdı ya, nedense aynı anda her birinde de bulunduğu sanılırdı"

131



"Boş kaldığım her an bir dua daha okuyup Tanrı'nın katındaki itibarımı arttırıyordum."

138




"Başarı, bir kısır döngüydü. Ne kadar kötülük yaparsan o kadar güçlenirdin. Ne kadar güçlenirsen o kadar kötülük yapabilirdin."

161

Boşlukta Sallanan Adam- Saul Bellow

15 Aralık 1942 tarihi ile başlayan 9 Nisan 1943 tarihi ile biten bir günce.

İşinden ayrılışının yedinci ayında Joseph günlüğüne merhaba diyor ve işte bu şekilde, 2.Dünya Savaşı sırasında, evinde - çoğunlukla odasında-, sınırsız addettiği özgürlüğünü nasıl değerlendireceğini bilemeyen bir adamın var oluş ironisine tüm dikizsever benlikleri ortak ediyor.



Joseph, sınırsız özgürlüğün tutsaklık olabileceğini yazarken öte yandan da sinizme göz kırpıyor sanki. Belli bir düzenin getirdiği disipline uymayı "yaşasın düzen, disiplin !" haykırışıyla dillendirmekle kalmıyor; kendi sorumluluğunun başkalarının elinde oluşundan duyduğu ferahlığı da çekinmeden ifade edebiliyor.




Peki özgürlüğe sınırsızlık atfedemediğimiz için mi daha fazlası için peşinden koşuyoruz?



"Hemen hemen tüm yaşamını geçirdiği bir kentte kişinin asla yalnızlığı düşünülemez; yine de ben
tam anlamıyla bu durumdayım."

6



"Çevrem hareketlendikçe daha da ağırlaştığımı farketmeye başladım ve yalnızlığımın, çevremin gürültü patırtısıyla çılgınlığına karşı aynı oranda arttığını..."

9



"...Bir İngiliz öyküsü meşhurdur: 'Her gün giyinip soyunmak zorunda olmadığı için kendini astığı anlatılır.' "

16



"Aradığımız dünyalar, asla gördüklerimiz olmamıştır; ne de pazarlığını yaptığımız dünyalar satın aldıklarımız."

24



"...Bir anlamda, her şey iyidir; çünkü vardır. Ya da iyi olsun, kötü olsun, vardır. Tanımı olanaksızdır ve bu nedenle ulaşılmazdır, olağanüstüdür."

29



"Dünya eksik, henüz olmamış bir meyve gibi, aynı zamanda da tehlikeli ve hiçbir ölçü olmasaydı 'çirkin, vahşi ve kısa' olurdu."

40



"...Birisi sürekli gözdağı ile karşılaşıyor ve zaman zaman bu çirkin, vahşi, kısa dünya tarafından kuşatılarak beklenmedik köşelerde kıstırılıp savaş kaybediyordu."

60



"...ve belki, kendi kendimizi iyi kabul etmektense, diğerlerinin hakkımızdaki kötü izlenimlerine sarılacak kadar kendimizi iyi tanıdığımız için hepimizde vardır bu duygu."

84



"Fiziksel acı duymak, yaşadığımızı anlamamıza yardım eder. Öte yandan yaşama sarılmak, yaşamı sürdürmek için bizi kışkırtacak olaylar yoksa bu tür olayları arar, ortam hazırlar ve tekdüze, kaygısız, önemsiz yaşamaktansa, utanç ya da acı duymayı yeğ tutarız."

90



"Yaşamak öylesine değerlidir ki bizler için, boşa harcanan her şeyde çok dikkatliyizdir. Belki daha iyi bir deyişle kişisel alın yazımızın sezgisidiyebiliriz. Sanırım bu hırs sözcüğünden daha uygun."

97



"Platon der ki, eğer her şey olması gerektiği gibi olsaydı en mükemmel insan işinden kaçardı, yarışmazdı."

156



"...Ancak benim görüşümce öfkelerimiz aldatıcıdır. Düşmanımıza sadece sevgi ya da yalnızlık gibi karmaşık duyguların etkisiyle saldırdığımızın bilincine varamayacak kadar sakil ve ruhen zayıf yaratıklarız. Belki aynı zamanda kendi kendini aşağılama, küçük görme; ama daha çok yalnızlık."

165



" 'Sizleri, siz yaratıkları kötülükle cezalandırmıyorum!' diye bağırır Kral Lear. Korkunç zevklerini davet eder."

166



"Bu denli inat etmeseydim başarısızlığımı itiraf eder ve bu sonsuz özgürlüğümü nasıl değerlendireceğimi bilemediğimi söylerdim."

170



"Sürekli olarak kendi kendimizi özgür kılmak için savaşıyoruz. Ya da başka bir deyişle kendi kendimize dört elle sarılır görünmemize karşın dizginlerimizi bırakıvermeyi yeğ tutardık."

173



"...Artık kendimden sorumlu değilim; buna çok memnunum. Başkalarının elindeyim artık, kendi kendimden kurtulmuş, özgürlüğüm elimden alınmış durumdayım.

Yaşasın düzenli günler, saatler!


ve ruhun zaferi!


yaşasın düzen, disiplin!"

214






Radix malorum est cupiditas


Tu as raison aussi


C'est plus fort que moi



Kadından Kentler- Murathan Mungan

Kadın öznesini 16 kentte var eden 16 öykü bu.

Her bir kentin fotoğrafında farklı kadınlar var. Bildiğimiz/ gördüğümüz kadınlar gibiler hem de. Kimi mutlu kimi güzel kimi kırılmış...

Kronoloji burada işime yarar mı bilmiyorum. Kimin kimden önce var olduğunu bilmek önemli değil bence. Benzemişler ama birbirlerine. Kenti kadınına benzemiş biraz, kadını da kentini andırıyor.

Kentlerin ruhları yok; ama kadınlarının ruhlarını ödünç almışlar.


Dişil bir dünyanın, çerçevesi dar bir tasviri.


peki gerçekten kadın Tanrı'nın ikinci hatası mı ?






"İnsanlar aynı biçimde, aynı yönlere doğru değişmiyorlardı. Çoğu kez mazi ortaklıkları şimdiki zaman arkadaşlıklarını diri tutmaya yetmiyor ama insanlar bu gerçeği kabullenemeyip her şey eskisi gibi sürsün istiyorlardı. Sanki bir şeyler hiç değişmeden olduğu gibi sürerse hayat daha gerçek, dünya daha inandırıcı bir yer olacaktı."

20



"Mimozalar, erguvanlar, mor salkımlar, leylaklar, hanımelleri, güller, ortancalar, ıhlamurlar sırasıyla açar."

35



"Bazı anlar kendiliğinden uzar. Öyle oluyor. An uzuyor. İçinde bulunduğu an, bütün hayatına yayılırcasına uzuyor."

41



"Hayat kendi malzemesiyle kanıksanmıyor. Ancak ölümün malzemesi hayatı kanıksatıyor."

45



"Başkasının boynundaki ip, kendi boynunda seğirmiş gibi elini boynuna götürerek oradaki görünmez çizgiyi aldı."

47



"Hayatla karşılaştırılmayacaksa romanlar niye okunsundu ki?"

67



"...içinde yaşadığımız zamanın kulak kabarttığımız uzakları bile farklıydı. Bir tek kalplerimiz yakındı onunla ve ben diğer birçok şeyi önemsizleştiren bu yakınlığı yıllar geçtikçe daha çok anlayacaktım. Zaten hep öyle olmaz mı? Hayat demek, biraz da zamanında anlamadıklarımıza karşı duyduğumuz pişmanlıklar demek değil midir?"

106



"...karşı tarafa tanıdığı bu özgürlüğün, aynı zamanda nasıl bir sorumluluk yüklediğinin farkında mıydı, bilmiyorum."

110



"Bizim asla sahip olamayacağımız aşkların ve hayatların şarkıları... İstesek de aynı kulakla dinleyemezdik onları. Bu şarkılarda onların geçmiş ivardı belki ama bize bir gelecek yoktu. Yalnızca bu yüzden bile ölmeye mahkumdu müzik."

126



"Gerçekler de yalanlar kadar kaypaktır. Elinizden, avucunuzdan kaçı kaçıverirler. Gerçek dediğin, hayat karartır."

158



"Sanki aşka zahmet etmemişti kalbi; yükü olan şeylerden uzak durmayı bilmişti."

158

Kürk Mantolu Madonna- Sabahattin Ali

Bir "aşk hikayesi" Kürk Mantolu Madonna.

Yıllardır eksikliklerini hissettikleri şeyin birbirlerinin varlığı olduğunu anlayan, yalnızlıklarına gömülmüş iki kişinin aşk hikayesi. Temiz ama tutkulu, ölüm kokan ama yaşam dolu bir aşkın hikayesi. "hasta bir köpek kadar yalnız olan" bir kadının, "şimdi ben gidiyorum fakat ne zaman çağırırsan gelirim" yakarışı; "küçüklüğünden beri saadeti israf etmekten korkan" bir adamın, "çağıracağım" diyen umudu... Her okunduğunda yeni bir son beklenip, aynı sonla biten; başka hiçbir sonun yakışamayacağı bir hikayedir. Kelimelerin yan yana durduğunda ağladığını, yalvardığını, sevindiğini gösteren; umut yazgılı ama umutsuz bir hikaye...

"En lüzumsuz adam"ın gördüğü en güzel portrenin hikayesidir.




"İnsanlar arasındaki münasebetleri tanzim eden amiller ne kadar gülünç, ne kadar dıştan, ne kadar boş bilhassa asıl insanlıkla ne kadar az alakası olan şeylerdi."

"Bütün teessürlerimiz, inkisarlarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır."

"...Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rasgeldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığı ile öteye geçiveriyoruz?"

"Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim."

"Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi ?"

"Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar ve günün birinde hatasını anlayınca yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar."

"...ve bütün tanıştığım erkekler bunu, yani kendilerini sevmediğimi, sevemediğimi anlayınca büyük bir teessür hatta hiddetle beni terkettiler."

"Hiçbir kadın ihtiras halindeki bir erkek kadar aciz ve gülünç olamaz."

"...o, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka. Aşk, bence bu istemektir; mukavemet edilemez bir istemek."

"Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilmeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu."

"Muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. Hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti."

"Bu anda ona ait bütün işler bitmiş olacağına göre, benim yeryüzünden bulunuşum kadar gülünç, sebepsiz bir şey olamazdı."

"Bende inanmak noksanmış...Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için sana aşık olmadığımı zannediyormuşum."