Çocuk aklın, kâhil hikayesi.
Peki, sizin için yapılmış en büyük fedakarlığın ne olduğu sorusuna bir çırpıda yanıt verebilir miydiniz ?
13
21
26
30
59
74
76
176
179
212
255
288
423
423
425
*Yılın en uzun gecesi.
Ben altını çizeyim
Çocuk aklın, kâhil hikayesi.
Peki, sizin için yapılmış en büyük fedakarlığın ne olduğu sorusuna bir çırpıda yanıt verebilir miydiniz ?
13
21
26
30
59
74
76
176
179
212
255
288
423
423
425
*Yılın en uzun gecesi.
Duyulan sevginin aşk olduğunu anlamayı sağlayan şey nedir ?
23
33
69
70
75
81
"Gerçek bir hapishanede yaşamak ister miydin?”
"Kıyıya vurmadıkları sürece, balıklar suyun farkında değildirler." *
Peki sahip olmamak özgür kılar mı insanı?
33
51
54
89
122
150
179
205
"We came, Takver thought, from a great distance to each other. We have always done so. Over great distances, over years, over abysses of chance. It is because he comes from so far away that nothing can separate us. Nothing, no distances, no years, can be greater than the distance that's already between us, the distance of our sex, the difference of our being, our minds; that gap, that abyss which we bridge with a look, with a touch, with a word, the easiest thing in the world. Look how far away he is, asleep. Look how far away he is, he always is. But he comes back, he comes back, he comes back…"
274
"Annenin kaderi kızının çeyiziymiş" derler.
17
29
33
36
55
76
80
87
95
96
109
111
128
138
152
... ve tanımlar değişmişti bu kez:
Şans, ömre eklenen her gün,
Ömür, vebadan kaçma süresi,
Veba ise kaderdi.
Herkesin hayatı en önemli, ölmesi gereken bir başka kişiydi.
Sahip olunan tek değerin vebayı başkasına bulaştırmamak olduğu düşünüldüğündeyse, pek az kişi namusluydu.
Peki,bir cesedin değeri bir insanın değerinden daha mı azdır?
Bir hastalığın,kendi silahını çekip ateşlediği kişileri görmek zorunda kalan, cinayetin bir başka türüne şahit olan, iyi niyetli bir tanık anlatıyor bize...
...
“Tek araç olarak elimizde yalnız telgraf kalmıştı. Kafa, kalp ve vücutla birbirlerine bağlı olan insanlar en çok on kelimelik bir telgrafın iri harflerinde eski beraberliklerini bulmaya çalışmak zorundaydılar. Bir telgrafta kullanılabilecek formüller de çabucak tükeneceği için, uzun zamandır bir arada geçirilmiş yaşantılar ve iç sızlatanaşk ihtirasları, şu biçimde hazırlanmış formüllerin karşılıklı gönderilmesi ile özetlenmiş hale geldi: “iyiyim. Kendine bak. Sevgiler.” “
“Beraber geçirilen zamanları iyi kullanmakta gösterdikleri ihmale acınıyolar, seven bir insan için sevilen bir varlığın sahip olduğu zamanı iyi kullanmanın her türlü mutluluğun baş sebebi olduğunu bilmedikleri için ve bunun farkına varabilmekte gösterdikleri acemilik yüzünden kendilerini suçluyorlardı.”
“Yalnızlığın bu aşırı sınırları içinde hiç kimse başkasından yardım bekleyemezdi. Herkes kendi derdiyle başbaşaydı. İçimizden biri rastgele kendini anlatmaya veya duygularına ait bir şeyden bahsetmeye kalkışsa, karşısındakilerden çoğu defa yargılayıcı bir karşılık alıyordu. Ancak o zaman karşısındakiyle kendisinin aynı şeylerden bahsetmediklerini farkediyordu.”
“Önceleri, böyle iniltiler duyulunca bazı meraklıların sokakta durup kulak verdikleri görülürdü. Fakat bu uzun tetikte durma hali insanların kalbini katılaştırmıştı. Artık herkes bu iniltilerin ortasından sanki bu iniltiler insanların tabii konuşmalarıymış gibi yürüyüp geçiyor ve yaşamasını sürdürüyordu.”
“Seni gerçekten sevdim, ama artık çok yorgunum. Senden ayrılırken bir mutluluk duymuyorum, ama bu hayata yeniden başlamak için mutluluğun gereği yok.”
“Artık kişisel alın yazıları yoktu, vebanın sebep olduğu ortak bir hikayenin içinde herkesin paylaştığı duygular vardı.”
“Bu şehir insanların üstüne merhametli yüzünü eğmiş olan Tanrı, artık beklemekten usandı, tanrısal umudunu kaybetti, bakışını artık bizden çevirdi. Tanrının ışığından yoksun kalınca, işte vebanın karanlığında uzun bir zaman için yaşamaya mahkum olduk.”
“Çünkü artık tabutlar kolaylıkla bulunmamaya başladı, ne kefenlik bez ne de mezarlıkta yer kaldı.”
“Saat, hem pahalı hem de anlamsız bir şeydir. Zamanı ve özellikle kendisi için önemli olan yemek vakitlerini uyanır uyanmaz başucunda bulduğu, birinin içi bezelye dolu, biri boş iki tencereyle ölçüyordu. Boş tencereyi hep aynı muntazam ve dikkatli hareketlerle dolduruyordu. Bir tencere ölçüsüyle gün dönümlerini tespit ediyordu. “ Her on beş tencerede bir, karnımı doyurmam gerek. Hepsi bu kadar.””
“Hem ben de onlar gibiyim. Ne olacak sanki! Benim gibi adamlar için ölüm nedir ki! Ölüm, bizlerin haklı olduğumuzu gösteren bir olaydır, o kadar.”
“Şurasını söylemeli ki, veba aşkın ve dostluğun bütün gücünü yok etmişti. Çünkü aşkın az ya da çok bir geleceğe ihtiyacı vardır, oysa bizim için yaşanılan anlardan daha ilerisi yoktu.”
“İnsanların uykuları, vebalıların hayatlarından daha kutsaldır.”
“Aşksız bir dünya ölü bir dünya sayılırdı ve insanın hapislerden işten bir yüzünü arzulamak cesaretinden ve şefkate susamış kalpten bıkıp usandığı bir an eninde sonunda gelirdi.”
“Teşekkür ederim, bilmeye hiç niyetim yok, mücadele edeceğim. Fakat oyunu eğer kaybetmişsem iyi bir şekilde bitirmek isterim.”
“..fakat bir insanı sevmenin o kadar büyük bir şey olmadığını, ya da, hiç değilse bir aşkın gerçek ifadesini bulabilecek kadar güçlü olmasının imkansızlığını biliyordu.”
“Namuslu insan, başkalarına hastalık bulaştırmayan insan, mümkün olduğu kadar az dalgın olan insandır.”
“İşte seni burada arzulamıştım ama o zaman sen yanımda değildin...”
Gertrud da şanslıydı.
Çok seviliyor; kendine yetecek kadar seviyordu.
Kuhn aslında şanssızdı.
Çok seviyor, kendine yetecek kadar bile sevilmiyordu. Sorsanız, sakatlığı yüzünden olduğunu söylerdi ama değildi. Nedeni basitti:
Çünkü insanlar ikiye ayrılmıştı:
Muoth gibi talihi kucaklayanlar ve Kuhn gibi talihin kucağına atılanlar...
Ama müzik vardı, hepsinin konuşabildiği, ortak dilleri.
Peki ya korkaklık, kader kisvesine büründüyse?
"Dışarıdan bakıp yaşamıma şöyle bir göz gezdirdiğimde pek de mutlu bir yaşam olduğunu söyleyemeyeceğim bunun. Ne var ki, içerdiği tüm hata ve yanlışlara karşın mutsuz bir yaşam olarak da niteleyemeyeceğim doğrusu. Zaten işi mutluluk ya da mutsuzluk açısından ele almak düpedüz budalalıktır; çünkü bana öyle geliyor ki, yaşamımın en mutsuz günlerini en neşeli günlerine değişmezdim."
5
10
11
48
49
57
67
72
72
72
78
117
122
142
173
182
Moral insanity
1914 yazını anlatıyor Jean-Marc Montjean. Hayır hayır, büyük savaş öncesi her şeyin ne kadar mükemmel göründüğüne değinmiyor bile.
Aşka hazır bir gencin aradığını bulmasından bahsediyor; Katya'dan... 2.6 kilometreden çok daha uzağında olduğunu bilmeden anlatıyor onu. Ensesinin kavisinin çekici olduğunu söylüyor ama aşkını anlatan biri ne kadar gerçekçidir ki?
Birbiri için yanlış olan insanlar yoktur; aynı şartlarda olgunlaşamayan insanlar vardır. Katya da yanlış değildi ama Montjean, aşık olduğu kadına sarıldığı için pişman olabileceğini nereden bilebilirdi?
Katya, "seni sevmiyorum" diyebilmenin mantıklı açıklamasıydı.
Peki sevdiğinizin "seni sevmiyorum" demesine hiç inandınız mı?
O yaz, 1914 yazı, yani Katya'nın yazı, farklı sonları hak eden bir yaz olmalıydı.
“...Ama yavaş yavaş anlıyorum ki benim tevazu diye yanlış yorumladığım şey aslında senin gerçek kapasitenin sağlıklı bir değerlendirmesiymiş.”
9
11
13
16
18
27
-Bilmem? Bu itiraf bana yük olacak mı? Sırlarınızı saklamak zorunda kalacak mıyım? Yoksa acımış gibi yapmak zorunda mı kalacağım?”
31
35
40
44
51
53
68
105
110
124