23 Ocak 2011 Pazar

Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseini ( Halit Hüseyni )

Yaşanmış onca hikayeden yalnızca biriydi. Peki var mıydı böyle hayatlar?

Karın üstüne damlayan kanlar, açken misafiri doyuran insanlar, karnını doyurmak için bacağını satanlar gerçek miydi ?


Bazı insanlar, bir başkası uğruna fedakarlık yapmak için fazlasıyla bencil doğar.
Gözyaşlarının inci olduğunu görünce, ağlamak için sevdiğini öldürür.


Bazılarıysa bir başkası uğruna fedakarlık yapmak için doğar :"Senin için bin tane olsa yakalarım."

Gözyaşlarının inci olduğunu görünce, ağlamak içinse sevd.. soğan doğrar.



Çocuk aklın, kâhil hikayesi.


Peki, sizin için yapılmış en büyük fedakarlığın ne olduğu sorusuna bir çırpıda yanıt verebilir miydiniz ?




“...ve ilk sözcüklerimizi aynı çatının altında söylemiştik.
Benimki baba idi.
Onunkiyse Emir. Benim adım. Şimdi, geriye bakınca 1975 yılında olanların -ve onu izleyenlerin- kökeninde işte bu iki sözcüğün yattığını görüyorum.”

13



“...yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir...”
...
Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Anlıyor musun?”

21


“Çocuklar boyama kitabı değildir. Onları en sevdiğin renklere boyayamazsın.”

26


“Bunların hiçbir önemi yoktu. Çünkü tarih kolay kolayca silinip atılacak bir şey değildi. Din de öyle. Sonuçta ben bir Peştun'dum, o da bir Hazara; ben Sünni'ydim o Şii. Hiçbir şey bunu değiştiremezdi. Hiçbir şey.”

30


“Baba'yla aynı evde yaşıyorduk, ama farklı dünyalarda. Uçurtmalar bu iki dünya arasındaki, kağıt inceliğindeki kesişme noktasıydı.”

59


"İlkokul birinci sınıf kitabımı bile okuyamayan Hasan, beni rahat rahat okuyordu."

74


“Gözlerini gökyüzünden ayırdığın an, fazla dayanamazsın.”

76


“Ama ben bir erkektim, tehlikeye attığım tek şey incinen gururum olabilirdi. Yaralar iyileşirdi. Lekelenen adlar, hayır.”

176


“Örtünün altında dönüp durdum, tavana baktım; onu yeniden görünceye kadar katlanmam gereken altı yorucu, bitimsiz yeldayı* düşündükçe canım sıkıldı.”

179


“Çünkü ben onun yüreğindeki en ciddi hastalığı sağaltmıştım. Onu, her Afgan annenin en büyük kabusundan kurtarmıştım: saygın, onurlu bir khastegarın kızına talip olmayacağı, kızının tek başına, kocasız, çocuksuz öleceği korkusundan. Her kadının bir kocaya ihtiyacı vardı. Bu, onun içindeki şarkıyı susturan biri olsa bile.”

212


“... ama zaman çok açgözlü bir şey, - bazen bütün ayrıntıları çalıp kendine saklıyor.”

255


“Birden aklıma bir şey geldi: Bir başka dünyada olsaydı, bu çocuklar kamyonun arkasından koşamayacak kadar aç olmazlardı.”

288


“İşte o zaman, Amerika'da bir filmin sonunu asla söylememem gerektiğini, karşındakinin buna fena halde bozuluğunu ve “sonunu mahvettiğin” için seni özür dileyecek hale getirdiğini öğrendim. Afganistan'da, sonu bir filmin her şeyi demekti. Hasan'la Zainab Sineması'nda bir Hint filminden çıktığımızda Ali, Rahim Han, Baba ya da Babanın bitmek bilmez arkadaşları bir tek şey sorardı: Kız filmin sonunda mutlu oldu mu? Esas oğlan hayallerine kavuştu mu? Yoksa sonu acı mı bitti?"

423


“Mutlu son diye bir şey var mı ? Her şey bir yana, yaşam bir Hint filmi değil. Afganların en sık yinelediği deyiştir: Hayat devam ediyor.”

423


“Ben yasal parçaydım; toplumca onaylanan, meşru yarı; Baba'nın suçunun masum ama somut kanıtı...”

425


*Yılın en uzun gecesi.

2 Ocak 2011 Pazar

Venedik'te Ölüm

"And what is good, Phaedrus, and what is not good - need we ask anyone to tell us these things?" Plato


Tadzio, Plato'nun güzel ideasıdır belki. Gustav von Aschenbach'ın ona duyduğu platonik aşkının açıklaması olabilir bu.


Yaşlı şair, güzelliğin peşindeydi aslında. Güzelliği bulduğu nesne önemsizdi, yani teslimiyeti - tüm ahlaki değerleri yadsıyan teslimiyeti- yalnız ve sadece güzelliğe idi..


Duyulan sevginin aşk olduğunu anlamayı sağlayan şey nedir ?




"... çünkü kader karşısında vakar; ıstırap karşısında kibarlık yalnız katlanma anlamına gelmez, o aktif bir başarı, olumlu bir zaferdir."

23


"...Fakat boş, bölünmemiş bir mekanda zaman duygusu da elimizden gider, ölçüsüzün içinde bocalarız."

33


"... çünkü güzellik, sevgili Phaidrosçuğum yalnızca güzellik, hem sevilmeye değer hem de göze görünür bir şeydir; güzellik, bunu iyice belle, tinsel olanın, duyularla kavrayıp duyularla katlanabileceğimiz tek biçimidir. Yoksa öteki tanrısal kavramlar da akıl, erdem, hakikat de bize duyularımızla görünseydi, halimiz nice olurdu ?

69


"Fikir, güzelliğin önünde tapınarak eğildiğinde doğanın hazla titrediği düşüncesiydi bu."

70


"Çünkü insan insanı hakkında bir yargıda bulunamadığı sürece sever, yüceltir; özlem, eksik tanımanın bir sonucudur."

75


"Kafası ve yüreği bir sarhoşluk içinde olur, insandaki mantık ve onuru ayaklar altına almaktan hoşlanan şeytanın emirleri yönetirdi adımlarını."

81

26 Kasım 2010 Cuma

Mülksüzler - Ursula K. Le Guin

“Sorumluluğun ve özgürlüğün, seçeneğin olmadığı, yalnızca yasaya uymaktan oluşan sahte bir seçeneğin veya yasaya uymamayı izleyen cezanın olduğu bir toplumda yaşamak ister miydin ?" diye sordu Shevek ve ekledi :

"Gerçek bir hapishanede yaşamak ister miydin?”


Ne cevap verirdiniz ?


"Kıyıya vurmadıkları sürece, balıklar suyun farkında değildirler." *

Peki sahip olmamak özgür kılar mı insanı?

“Eğer yalnızca sayılardan oluşan bir kitap yazılabilseydi, doğru olurdu. Haklı olurdu. Sözlerle söylenen hiçbir şey tam doğru çıkmıyordu. Söze dökülen şeyler düzgün durup birbirine uyacağına eğilip bükülüyor, uçup gidiyordu.”

33



“Erkeğin istediği özgürlüktür. Kadının istediği mülkiyettir. Seni ancak başka bir şeyle takas edebilirse serbest bırakır. Bütün kadınlar mülkiyetçidir.”

51


“Bazı insanlarda otorite içkindir; bazı imparatorların gerçekten yeni giysileri vardır.”

54


“Aşırılık dışkıdır. ... Bedende kalan dışkı da zehirdir.”

89


“Bir hırsız yaratmak için, bir sahip yaratın; suç yaratmak istiyorsanız, yasalar koyun.”

122


“Ne aradığını bilmiyordu. Ama onu nerede arayacağını biliyordu.”

150


“Ona hepsi kaygılı gibi görünüyorlardı. ... Ne kadar para kazanırlarsa kazansınlar yine de yoksul ölmemek için daha fazla çalışmaları gerektiğini düşündükleri için miydi? Suçluluk muydu, çünkü ne kadar az paraları olursa olsun, her zaman onlardan daha az parası olan birisi vardı.”

179


“Balıklar gibi bebek yapmak isterdim, yumurtalarını bırakıp yüzüp gideceksin o kadar... Tabi geri dönüp yumurtalarını yemezsen...”

205



"We came, Takver thought, from a great distance to each other. We have always done so. Over great distances, over years, over abysses of chance. It is because he comes from so far away that nothing can separate us. Nothing, no distances, no years, can be greater than the distance that's already between us, the distance of our sex, the difference of our being, our minds; that gap, that abyss which we bridge with a look, with a touch, with a word, the easiest thing in the world. Look how far away he is, asleep. Look how far away he is, he always is. But he comes back, he comes back, he comes back…"



"Çok uzun bir yoldan, diye düşündü Takver, birbirimize geldik. Her zaman bunu yaptık. Büyük uzaklıkları, yılları, rastlantı uçurumlarını aşarak. Bu kadar uzaktan geldiği için artık kimse bizi ayıramaz. Hiçbir şey, hiçbir uzaklık, hiçbir zaman aralığı zaten aramızda olan uzaklığı, cinsiyetlerimizin uzaklığını, varlıklarımızın, akıllarımızın farklılığını aşamaz; bir bakışla, bir dokunuşla, dünyadaki en kolay şeyle, bir sözcükle üzerine kö prü kuruverdiğimiz o boşluğu, o uçurumu. Ne kadar uzak olduğuna bak uyurken. Ne kadar uzak olduğuna bak, her zaman ne kadar uzak olduğuna."

274


* Marshall McLuhan

1 Kasım 2010 Pazartesi

Doğunun Limanları - Amin Maalouf

Bir insanın hayatı doğumuyla başlamıyormuş meğer; çünkü insanın hayatı öldükten sonra da devam ediyormuş.

Doğduğu yerden gidince insan, aslında bir yanı hep orada kalıyormuş meğer; çünkü kendi gitse de, unuttuğu şeyler muhakkak oluyormuş.

Mutlu başlayan her aşk hikayesi mutlu devam etmeyebiliyormuş meğer; ama mutlu bitebiliyormuş.

Şartlar insanın hayatını değiştirebilecek kadar önemli olabiliyormuş meğer; çünkü yaşamak sabredilemeyecek kadar uzun değilmiş.

İnsan öldükten sonra da yaşayabiliyormuş meğer; çünkü hayat, insanın doğumuyla başlamıyormuş.

"Annenin kaderi kızının çeyiziymiş" derler.




"-İlk neyi konuşalım, diye sordu.
-En kolayı, en baştan almak. Doğumunuzdan...
..
-Bir insanın hayatının doğumuyla başladığına emin misiniz?”

17



"Bu şehirde doğmuştu, ama gelecek, geçmişisn duvarlarının ardında değildir.”

29


“... herkes ötekilerin duasını sustursun diye kendi tanrısına yakarıyordu.”

33


“Hem zaten geleceği kuran, geçmişe dönük özlemlerimiz değil de nedir?”

36


“Sanki hoparlöre konuşmuşum, bütün şehir de beni duymuş gibi hissediyordum.”

55


“Bu adamlardan bazıları Tanrı'ya bile inanmıyordu ki, başka bir hayatta ödüllendirilmeyi umut etsinler.”

76


“Bir kahraman olduğunuzu inkar etmeye kalkıştığınızda şanınız iyice yürür, üstelik size bir de alçakgönüllülük payesini verirler. Söylediklerine göre, kahramanların en yüce erdemiymiş bu.”

80


“İçimi kemiren bir ur olsa, onu da mı seveyim etimdendir, kanımdandır diye?”

87


“Delice aşkın bütün belirtileri vardı bende, ama kelime bir türlü gelmiyordu. Sanırım böyle anlarda sizinle alay ederek hatta kötü niyetle bile olsa aşık kelimesini telaffuz edecek bir sırdaş lazımdır, soruyu kendimize de soralım diye çünkü o zaman cevap kesindir.”

95


“Biraz telaşla aşağıya indiğinde, aklıma şundan başka bir şey gelmedi : “ bana mektup yazacağına söz ver, demeyi unutmuşum!” itiraf etmeliyim ki aptallığın daniskasıydı bu. Ama daha iyi oldu, öyle durumlarda ne kadar aptal görünürseniz o kadar heyecan yaratırsınız.”

96


“Aşk ilk günkü gibi kalabilir, heyecan da öyle. Aylar da geçse, yıllar da geçse. Hayat, insana bıkkınlık verecek kadar uzun değildir. “

109


“Herkes “biz bizeyken” ettiği sözleri kendine saklayıp güya ötekine saygıdan kaynaklanan, aslında aşağılama ve tiksintiyi yansıtan sıradan, ağdalı kalıplarla konuşmaya heveslenirdi. Sanki iki taraf da iki ayrı türe ait varlıklarmış gibi.”

111


“Görüyorsunuz, hala dolaşabiliyor, haberleşebiliyorduk. Savaşla birlikte bu bitti. Sınırlar sımsıkı kapandı. Yolculara da, mektuplara da, telgraflara da, telefonlara da. Mesafe hala aynıydı, karayolundan üç-dört saat, ama bunlar artık farazi saatlerdi. Aramızda ışık yılları vardı, artık aynı gezegende değildik.”

128


“İnsan özlemini çektiği sevinçlere ulaşamadığı zaman sıkılır”.

138


“-Şunu kafana sok, kardeşin senin asla erişemeyeceğin bir üstünlüğe sahip.
-Neymiş o ?
-O, eski bir direnişçinin kardeşi; sen ise alt tarafı eski bir kaçakçının ağabeyisin”

152


25 Eylül 2010 Cumartesi

Veba - Albert Camus

"Veba salgınını ilan edin. Şehri kapatın."


... ve tanımlar değişmişti bu kez:

Şans, ömre eklenen her gün,

Ömür, vebadan kaçma süresi,

Veba ise kaderdi.


Herkesin hayatı en önemli, ölmesi gereken bir başka kişiydi.


Sahip olunan tek değerin vebayı başkasına bulaştırmamak olduğu düşünüldüğündeyse, pek az kişi namusluydu.


Peki,bir cesedin değeri bir insanın değerinden daha mı azdır?



Bir hastalığın,kendi silahını çekip ateşlediği kişileri görmek zorunda kalan, cinayetin bir başka türüne şahit olan, iyi niyetli bir tanık anlatıyor bize...


...




“Tek araç olarak elimizde yalnız telgraf kalmıştı. Kafa, kalp ve vücutla birbirlerine bağlı olan insanlar en çok on kelimelik bir telgrafın iri harflerinde eski beraberliklerini bulmaya çalışmak zorundaydılar. Bir telgrafta kullanılabilecek formüller de çabucak tükeneceği için, uzun zamandır bir arada geçirilmiş yaşantılar ve iç sızlatanaşk ihtirasları, şu biçimde hazırlanmış formüllerin karşılıklı gönderilmesi ile özetlenmiş hale geldi: “iyiyim. Kendine bak. Sevgiler.” “



“Beraber geçirilen zamanları iyi kullanmakta gösterdikleri ihmale acınıyolar, seven bir insan için sevilen bir varlığın sahip olduğu zamanı iyi kullanmanın her türlü mutluluğun baş sebebi olduğunu bilmedikleri için ve bunun farkına varabilmekte gösterdikleri acemilik yüzünden kendilerini suçluyorlardı.”



“Yalnızlığın bu aşırı sınırları içinde hiç kimse başkasından yardım bekleyemezdi. Herkes kendi derdiyle başbaşaydı. İçimizden biri rastgele kendini anlatmaya veya duygularına ait bir şeyden bahsetmeye kalkışsa, karşısındakilerden çoğu defa yargılayıcı bir karşılık alıyordu. Ancak o zaman karşısındakiyle kendisinin aynı şeylerden bahsetmediklerini farkediyordu.”



“Önceleri, böyle iniltiler duyulunca bazı meraklıların sokakta durup kulak verdikleri görülürdü. Fakat bu uzun tetikte durma hali insanların kalbini katılaştırmıştı. Artık herkes bu iniltilerin ortasından sanki bu iniltiler insanların tabii konuşmalarıymış gibi yürüyüp geçiyor ve yaşamasını sürdürüyordu.”



“Seni gerçekten sevdim, ama artık çok yorgunum. Senden ayrılırken bir mutluluk duymuyorum, ama bu hayata yeniden başlamak için mutluluğun gereği yok.”



“Artık kişisel alın yazıları yoktu, vebanın sebep olduğu ortak bir hikayenin içinde herkesin paylaştığı duygular vardı.”



“Bu şehir insanların üstüne merhametli yüzünü eğmiş olan Tanrı, artık beklemekten usandı, tanrısal umudunu kaybetti, bakışını artık bizden çevirdi. Tanrının ışığından yoksun kalınca, işte vebanın karanlığında uzun bir zaman için yaşamaya mahkum olduk.”



“Çünkü artık tabutlar kolaylıkla bulunmamaya başladı, ne kefenlik bez ne de mezarlıkta yer kaldı.”



“Saat, hem pahalı hem de anlamsız bir şeydir. Zamanı ve özellikle kendisi için önemli olan yemek vakitlerini uyanır uyanmaz başucunda bulduğu, birinin içi bezelye dolu, biri boş iki tencereyle ölçüyordu. Boş tencereyi hep aynı muntazam ve dikkatli hareketlerle dolduruyordu. Bir tencere ölçüsüyle gün dönümlerini tespit ediyordu. “ Her on beş tencerede bir, karnımı doyurmam gerek. Hepsi bu kadar.””



“Hem ben de onlar gibiyim. Ne olacak sanki! Benim gibi adamlar için ölüm nedir ki! Ölüm, bizlerin haklı olduğumuzu gösteren bir olaydır, o kadar.”



“Şurasını söylemeli ki, veba aşkın ve dostluğun bütün gücünü yok etmişti. Çünkü aşkın az ya da çok bir geleceğe ihtiyacı vardır, oysa bizim için yaşanılan anlardan daha ilerisi yoktu.”



“İnsanların uykuları, vebalıların hayatlarından daha kutsaldır.”



“Aşksız bir dünya ölü bir dünya sayılırdı ve insanın hapislerden işten bir yüzünü arzulamak cesaretinden ve şefkate susamış kalpten bıkıp usandığı bir an eninde sonunda gelirdi.”



“Teşekkür ederim, bilmeye hiç niyetim yok, mücadele edeceğim. Fakat oyunu eğer kaybetmişsem iyi bir şekilde bitirmek isterim.”



“..fakat bir insanı sevmenin o kadar büyük bir şey olmadığını, ya da, hiç değilse bir aşkın gerçek ifadesini bulabilecek kadar güçlü olmasının imkansızlığını biliyordu.”



“Namuslu insan, başkalarına hastalık bulaştırmayan insan, mümkün olduğu kadar az dalgın olan insandır.”



“İşte seni burada arzulamıştım ama o zaman sen yanımda değildin...”

7 Eylül 2010 Salı

Gertrud- Hermann Hesse

Kuhn şanslıydı.
Hissettiklerini ifade edebilmek için kelimeleri seçmiyordu herkes gibi. Notalarla ağlıyor, seviniyor ve notalarla aşık oluyordu.

Gertrud da şanslıydı.
Çok seviliyor; kendine yetecek kadar seviyordu.

Kuhn aslında şanssızdı.
Çok seviyor, kendine yetecek kadar bile sevilmiyordu. Sorsanız, sakatlığı yüzünden olduğunu söylerdi ama değildi. Nedeni basitti:


Çünkü insanlar ikiye ayrılmıştı:
Muoth gibi talihi kucaklayanlar ve Kuhn gibi talihin kucağına atılanlar...

Ama müzik vardı, hepsinin konuşabildiği, ortak dilleri.

Peki ya korkaklık, kader kisvesine büründüyse?



"Dışarıdan bakıp yaşamıma şöyle bir göz gezdirdiğimde pek de mutlu bir yaşam olduğunu söyleyemeyeceğim bunun. Ne var ki, içerdiği tüm hata ve yanlışlara karşın mutsuz bir yaşam olarak da niteleyemeyeceğim doğrusu. Zaten işi mutluluk ya da mutsuzluk açısından ele almak düpedüz budalalıktır; çünkü bana öyle geliyor ki, yaşamımın en mutsuz günlerini en neşeli günlerine değişmezdim."

5


"Evimizdeki bir gece toplantısında tatlı yüzlü sevgilimden bir şarkı söylenmesi istenmişti; sevgilim ilkin yanaşmadı, ama sonra peki dedi, ben de sabırsızlıktan ölerek onun şarkı söylemesini bekledim. Konuklardan bir bey bizim ufak tefek piyanomuzda sevgilime eşlik etti, tuşlara bir iki dokundu, ardından da sevgilim şarkıya başladı. Tanrım, berbattı söyleyişi, hazin denecek kadar berbattı; uğradığım şaşkınlık, katlandığım işkence daha şarkısını bitirmeye kalmadan kendisine karşı bir acımaya dönüştü, derken acıma bir alay duygusuna bıraktı yerini. Kıza olan sevgim kaybolup gitti içimde."

10


“...Ve daha o zamanlar şunu sezmiştim ki, doğru dürüst bir çalışma insanı yalnızlığa sürüklemekte ve bizden yaşamın rahatlığına sırt çevirmemizi istemekteydi.”

11


“... bana karşı merhametini hissetmektense, sinirli halimde kendisiyle kavgaya tutuşmayı uygun bulmuştum.”

48


“Zavallı, coşkulu biridir, güçten yana zengin, amaçtan yana yoksun biri. Her an bütün dünyayı kana kana içsin ister, ama elinde olup içebildiği bir damlacık bir şeydir sadece.”

49


“Çalışan insanların yaşamı sıkıcıdır; ilginç olan, haylazların yaşam ve yazgılarıdır.”

57


“Rahatlık ve mutluluklar değil, güçsüzlükler ve yenik düşmeler için yaratıldığıma, bu gölgeler ve bu özveriler olmadı mı içimdeki yaratıcılık pınarının bulanıp cılızlaşacağına inanır gibiydim.”

67


“Erkekleri görüyordum; bugün arzuyla, yarın bıkkınlıkla kahroluyor, yana yakıla seviyor, sevgilere hoyratça son veriyor, hiçbir sevgiye güven beslemiyor, hiçbir sevgide mutluluğu bulamıyorlardı."

72


“Kadınları görüyordum sevgiden yanıp tutuşan; aşağılanmaları ve dayakları sineye çekiyor, sonunda kapı dışarı ediliyor, ama bağlandıkları erkekten yine de kopamıyor, kıskançlıkları ve horlanmış sevgileriyle onurları çiğnenmiş, köpeksi bir sadakat sergiliyorlardı.”

72


“...Ayrıca kendim için daha bir sessiz daha bir el altından gözyaşları döktüm; bir başka gezegende yaşar gibi bütün bu insanların arasında yaşayıp hayat denen şeye akıl erdiremeyen, sevgiye susamışlıktan ölen, ama sevgiden de korkmadan duramayan kendim için gözyaşları”

72


“...sevginin ne olduğunu ansızın kavramıştım. Yeni bir duygu sayılmazdı, çok çok eski sezinlemelerin bir açıklık ve kesinlik kazanmasıydı, eski bir yurda dönüp gelişti yeniden.”

78


“Yaşayacaktım ister istemez, yaşamayı sineye çekecektim.”

117


“...Ama şunu biliyorum ki, bir mutluluk, bir cennet varsa, böylesi anların şaşmadan sürüp gitmesinden başka şey değildir; bu mutluluk da çileyle, acılarda arınmayla ele geçirilebilecek gibiyse o zaman hiçbir çile, hiçbir acı insanı yaşamdan kaçmaya zorlayacak kadar büyük sayılamaz.”

122


“Dürüst bir sanatçıyı yaşamda bekleyen, mutsuzluktur. Karnı acıkıp da azık torbasını açtı mı, içinde bulup bulacağı incik boncuktur sadece!”

142


“Eh, tutku her zaman bir bilmecedir, çözülmesi olanaksızdır; ne yazık ki kesin olan bir şey varsa, o da yaşamın, en güzel evlatlarını kollayıp gözetmediği, çokluk en seçkin insanların, başkaları dururken, kendilerini mahvedecek kişiyi sevmeden duramadıklarıdır.”

173


“Biri çıkar, bireyselliği icat eder, nedeni de çağdaşlarından hoşlanmamasıdır; bir diğeri de sosyalizmi uydurur kafasından, nedeni de yalnızlığa katlanamayışıdır.”

182



Moral insanity






10 Ağustos 2010 Salı

Katya'nın Yazı- Trevanian (Rodney William Whitaker)

1914 yazını anlatıyor Jean-Marc Montjean. Hayır hayır, büyük savaş öncesi her şeyin ne kadar mükemmel göründüğüne değinmiyor bile.



Aşka hazır bir gencin aradığını bulmasından bahsediyor; Katya'dan... 2.6 kilometreden çok daha uzağında olduğunu bilmeden anlatıyor onu. Ensesinin kavisinin çekici olduğunu söylüyor ama aşkını anlatan biri ne kadar gerçekçidir ki?



Birbiri için yanlış olan insanlar yoktur; aynı şartlarda olgunlaşamayan insanlar vardır. Katya da yanlış değildi ama Montjean, aşık olduğu kadına sarıldığı için pişman olabileceğini nereden bilebilirdi?



Katya, "seni sevmiyorum" diyebilmenin mantıklı açıklamasıydı.

Peki sevdiğinizin "seni sevmiyorum" demesine hiç inandınız mı?



O yaz, 1914 yazı, yani Katya'nın yazı, farklı sonları hak eden bir yaz olmalıydı.






“...Ama yavaş yavaş anlıyorum ki benim tevazu diye yanlış yorumladığım şey aslında senin gerçek kapasitenin sağlıklı bir değerlendirmesiymiş.”

9




“...Çünkü hayatımın o döneminde her şeyi yapabileceğimi sanmaktaydım. Henüz hiçbir şeye teşebbüs etmediğim için kendi yetersizliklerimden haberim yoktu.”

11




“Hem ayrıca, benim o yaz aşka hazır olmamla, sonbaharda gizli bir ölüm isteğini kovalamam arasında bir bağlantı da var. O bağlantı Katya.”

13




“Basit sosyal olaylardan böyle utanç vesileleri çıkarmak, kararsızlığa uğramak için insanın hem çok genç hem de belli bir huyda olması gerekiyor. Ben de tam o yaşta ve huydaydım.”

16




“Bir genç kızın anatomiye ilgi duymuş olduğunu 1914 yılında itiraf etmesinin ne etkiler yaratacağını nasıl tarif edebilirim? Günümüz modern dilberlerinden birinin pornografiye hayranlık duyuyorum demesi gibi bir şey.”

18




“...Ama aşkı oluşturan zerrecikler, bölünüp analizi yapılamayacak kadar küçük şeylerdir.”

27




“-Size bir itirafta bulunabilir miyim?


-Bilmem? Bu itiraf bana yük olacak mı? Sırlarınızı saklamak zorunda kalacak mıyım? Yoksa acımış gibi yapmak zorunda mı kalacağım?”

31




“Taşlarımı kaybetmek beni hiç üzmezdi. Koleksiyon yapmayı değil, yerden toplamayı seviyordum ben. Neden eğilip taşı aldığımın açıklaması ise... benim kendime göre çok mantıklıydı ama başkalarının buradaki mantığı anlamasını bekleyemeycek kadar aklım vardı. Şöyle düşünüyordum: Bu taşı ben almazsam... kim alır?”

35




“Aşk dediğin şeyin yeri insanın kalbi değil, kasıklarıdır, evladım.”

40




“Ben geleceği hep, yığınlar halinde bugün olmayı bekleyen yarınlardan oluşmuş diye görürüm.”

44




“Ona olağanüstü nitelikler yakıştırmaya öyle alışmıştım ki, her iyi yetiştirilmiş kızda bulunan normal şeylere de sahip olması beni bir bakıma şaşırtıyordu.”

51




“Romantik hayallerim Katya'yla kuracağımız mütevazı yuvaya, kaynatamın ve kayınbiraderimin konuk gelmesi düzeyine varmıştı bile.”

53




“Taşı kese biçimindeki çantasına, ötekilerinin yanına koydu, elindeki büyük çantaya attı. “Bana dünyayı vermekte olduğunuz hiç aklınıza gelmiş miydi... parça parça olarak?"

68




“Bana sorsan dışarıda, açık havada yemek yemek, kalabalık bir bulvarda cinsel ilişkide bulunmak gibi bir şey. Temel biyolojik ihtiyaçlar tenhada karşılanmalı.”

105




“Dedikodu bizim kadınlarımıza günahın tadını çıkarma olanağı verir. Kendi işlemeyecekleri, işleyemecekkleri günahlar. Çünkü cesaretsizlikleri, hayal güçlerinin eksikliği ve fırsatsızlık engelliyor. Biz de bu eksikliklere namus diyoruz.”

110



“Ne fazla mutluluğa ne de fazla acıya yer bırakıyorum. Kendime güvenli ve kararlı bir yüzeysellik edindim. Zevklerim var ama iştahlarım yok. Gülüyorum ama pek seyrek gülümsüyorum. Beklentilerim var ama umutlarım yok. Esprilerim var ama mizahım yok. Çok atağım ama hiç cesaretim yok. Açık sözlüyüm ama içtenliğim yok. Çekiciliği güzelliğe tercih ederim. Rahatlığı da yararlılığa tercih ederim. Güzel kurulmuş bir cümle bence anlamlı bir cümleden daha iyidir. Her şeyde yapaylığı seçerim”

124