10 Ağustos 2010 Salı

Katya'nın Yazı- Trevanian (Rodney William Whitaker)

1914 yazını anlatıyor Jean-Marc Montjean. Hayır hayır, büyük savaş öncesi her şeyin ne kadar mükemmel göründüğüne değinmiyor bile.



Aşka hazır bir gencin aradığını bulmasından bahsediyor; Katya'dan... 2.6 kilometreden çok daha uzağında olduğunu bilmeden anlatıyor onu. Ensesinin kavisinin çekici olduğunu söylüyor ama aşkını anlatan biri ne kadar gerçekçidir ki?



Birbiri için yanlış olan insanlar yoktur; aynı şartlarda olgunlaşamayan insanlar vardır. Katya da yanlış değildi ama Montjean, aşık olduğu kadına sarıldığı için pişman olabileceğini nereden bilebilirdi?



Katya, "seni sevmiyorum" diyebilmenin mantıklı açıklamasıydı.

Peki sevdiğinizin "seni sevmiyorum" demesine hiç inandınız mı?



O yaz, 1914 yazı, yani Katya'nın yazı, farklı sonları hak eden bir yaz olmalıydı.






“...Ama yavaş yavaş anlıyorum ki benim tevazu diye yanlış yorumladığım şey aslında senin gerçek kapasitenin sağlıklı bir değerlendirmesiymiş.”

9




“...Çünkü hayatımın o döneminde her şeyi yapabileceğimi sanmaktaydım. Henüz hiçbir şeye teşebbüs etmediğim için kendi yetersizliklerimden haberim yoktu.”

11




“Hem ayrıca, benim o yaz aşka hazır olmamla, sonbaharda gizli bir ölüm isteğini kovalamam arasında bir bağlantı da var. O bağlantı Katya.”

13




“Basit sosyal olaylardan böyle utanç vesileleri çıkarmak, kararsızlığa uğramak için insanın hem çok genç hem de belli bir huyda olması gerekiyor. Ben de tam o yaşta ve huydaydım.”

16




“Bir genç kızın anatomiye ilgi duymuş olduğunu 1914 yılında itiraf etmesinin ne etkiler yaratacağını nasıl tarif edebilirim? Günümüz modern dilberlerinden birinin pornografiye hayranlık duyuyorum demesi gibi bir şey.”

18




“...Ama aşkı oluşturan zerrecikler, bölünüp analizi yapılamayacak kadar küçük şeylerdir.”

27




“-Size bir itirafta bulunabilir miyim?


-Bilmem? Bu itiraf bana yük olacak mı? Sırlarınızı saklamak zorunda kalacak mıyım? Yoksa acımış gibi yapmak zorunda mı kalacağım?”

31




“Taşlarımı kaybetmek beni hiç üzmezdi. Koleksiyon yapmayı değil, yerden toplamayı seviyordum ben. Neden eğilip taşı aldığımın açıklaması ise... benim kendime göre çok mantıklıydı ama başkalarının buradaki mantığı anlamasını bekleyemeycek kadar aklım vardı. Şöyle düşünüyordum: Bu taşı ben almazsam... kim alır?”

35




“Aşk dediğin şeyin yeri insanın kalbi değil, kasıklarıdır, evladım.”

40




“Ben geleceği hep, yığınlar halinde bugün olmayı bekleyen yarınlardan oluşmuş diye görürüm.”

44




“Ona olağanüstü nitelikler yakıştırmaya öyle alışmıştım ki, her iyi yetiştirilmiş kızda bulunan normal şeylere de sahip olması beni bir bakıma şaşırtıyordu.”

51




“Romantik hayallerim Katya'yla kuracağımız mütevazı yuvaya, kaynatamın ve kayınbiraderimin konuk gelmesi düzeyine varmıştı bile.”

53




“Taşı kese biçimindeki çantasına, ötekilerinin yanına koydu, elindeki büyük çantaya attı. “Bana dünyayı vermekte olduğunuz hiç aklınıza gelmiş miydi... parça parça olarak?"

68




“Bana sorsan dışarıda, açık havada yemek yemek, kalabalık bir bulvarda cinsel ilişkide bulunmak gibi bir şey. Temel biyolojik ihtiyaçlar tenhada karşılanmalı.”

105




“Dedikodu bizim kadınlarımıza günahın tadını çıkarma olanağı verir. Kendi işlemeyecekleri, işleyemecekkleri günahlar. Çünkü cesaretsizlikleri, hayal güçlerinin eksikliği ve fırsatsızlık engelliyor. Biz de bu eksikliklere namus diyoruz.”

110



“Ne fazla mutluluğa ne de fazla acıya yer bırakıyorum. Kendime güvenli ve kararlı bir yüzeysellik edindim. Zevklerim var ama iştahlarım yok. Gülüyorum ama pek seyrek gülümsüyorum. Beklentilerim var ama umutlarım yok. Esprilerim var ama mizahım yok. Çok atağım ama hiç cesaretim yok. Açık sözlüyüm ama içtenliğim yok. Çekiciliği güzelliğe tercih ederim. Rahatlığı da yararlılığa tercih ederim. Güzel kurulmuş bir cümle bence anlamlı bir cümleden daha iyidir. Her şeyde yapaylığı seçerim”

124

Nietzsche Ağladığında- Irvin D. Yalom

"Friedrich Nietzsche ve Josef Breuer hiç karşılaşmadılar."

Yani, psikanaliz de onlar sayesinde doğmadı. Lou Salomé, Nietzsche için hiç endişelenmedi. Nietzsche, Breuer'e 'dostum' demedi. Mathilde, kocasının Nietzsche' ye ayırdığı vakti hiç kıskanmadı. Nietzsche hiç öylesine yalnız kalmadı ve belki hiç ağlamadı.



Ama sevdi. Üstelik, Lou Salomé'nin elinde kırbaç olmasını umursamaksızın, onunla bir hatıra da bıraktı. Sonraları ise, ona yazdığı mektupları ümitsizlikle boyadı. Bir amor fati aksi olarak belki de, Nietzsche ağladı.

Peki insan gerçekten sosyal bir varlık mıdır? Ya yalnızlık özgürlükse?







“...Bertha ise, nasıl söylemeli, cinsellik öncesinde, kadın olmamış, bir kadının bedeninde beceriksizce kıvranan bir çocuk.”

17



“...Ah, şu entelektüellerin üç milimetrelik iris aralığından beynin içine tüm bu bilgileri aktarmak için sarf ettikleri bitip tükenmeyen çabalar.”

52



“Profesörü, dışarıda Viyana pastası yememe konusunda uyarmak gibi saçma bir dürtü duydu; özellikle üzeri krema kaplı olanlara karşı dikkatli olmalıydı, yoksa bıyıklarını temizlemek için uzun süre taramak zorunda kalabilirdi.”

67



“Yaşamımın bir niçini var, nasılına da tahammül gösterecek güce sahibim”

75



“Ölüm kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.”

91



“Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır”

91



“...Doktorların, insanların kendi ölümlerini ellerinden almaya hakları olmadığını söylemesi...”

98



“ Bir kitap bizi alıp diğer kitapların üzerine çıkarmıyorsa o kitabın neresi iyidir?”

101



“...Aslında bakarsan, kafasının bir sürü kitaba gebe olduğunu ve baş ağrılarının da beyninin doğum sancıları olduğunu düşünüyor.”

107



“Gördüğü bir şeye yapışıp kalmakta inat eder; ama buna sadakat der.”

109



“Yalnızlık, hastalıkların üreyebileceği en uygun ortamdır.”

129



“İnsanın bütün eylemleri kendisine yöneliktir, bütün hismetleri kendine hizmettir, bütün sevgisi kendini sevmesindendir”

137



“Eğer ben, sizin deyişinizle, büyük biri olacaksam o zaman siz benim yaratıcım, benim kurtarıcım olarak daha da büyük olacaksınız!”

140



“...Herr Breuer, benim neyi bilmediğimi kanıtlamakla uğraşacağınıza neden öğretmek zorunda olduğum şeyleri öğrenmeye çalışmıyorsunuz?”

149



“Cinsel arzu, aslında, karşıdaki insanın zihni ve bedeni üzerinde mutlak hakimiyet kurmak için duyulan arzudan ibarettir.”

218



“Aşık, seven kişi değildir; aslında o, sevdiği kişinin mutlak sahibi olmayı amaçlar. Bütün isteği, tüm dünyayı o değerli malından soyutlamaktır. Altınları başında nöbet tutan ejderha kadar alçak ruhludur.”

218



“”Şehvet, topuklarımızı kemiren bir orospudur! Ve bu orospudan bir parça et esirgendiğinde bir parça ruh için yalvarmayı çok iyi becerir. “

219



“ Gördüğünüz gibi sorun, cinselliğin olup olmamasında değil, başka bir şeyi, ondan çok daha değerli, sonsuzluk kadar kıymetli bir şeyi yok etmesinde! Şehvet, tahrik olma, tensel zevkler; bunların hepsi köle edicidir! Yığınlar, şehvet yalağından beslenen domuzlar gibi bir yaşam sürerler”

219



“Josef, küçük bir intikam iyi bir şeydir. Bastırılmış hınç insanı hasta eder.” sy 261
“Bizler arzu edilenden çok arzu etmeye aşığızdır.”

280



“İnsanoğlunun bilgiden korkmadığı, artık zayıflığını “ahlak kuralı” kisvesi altında saklamayacağı, “yapacaksın” zincirini kırma cesareti bulduğu zamanlar da gelecek”

285



“...Ha, bu arada Montaigne'in ölüm üzerine yazdığı denemesinde mezarlığa bakan bir odada kalınmasını öğütlediğini biliyor musunuz? İnsanın zihnini dinlendirdiğini ve yaşamdaki önceliklerin değerlendirilmesini sağladığını öne sürüyor.”

295



“İnsan güzel bir tenin altındaki çirkinliği görmemek için gözlerini kör etmeden bir kadını sevemez; derinin altında kan, damarlar, yağ, sümük, dışkı; bu fizyolojik iğrençlikleri görmez.”

298




“Benim düşlediğim aşk iki insanın birbirini sahiplenme çabasından çok daha öte bir şey”

298



“ Belki benim öğrencilerim henüz dünyaya gelmediler. Benim günlerim yarından sonraki günler. Bazı filozoflar ölümlerinden sonra doğarlar.”

301



“Belki kuytu köşelerimde hala temizlemem gereken biraz kibir kalmış olabilir.”

301



“Evlilik bir hapishane değil, içinde daha yüce bir şeylerin yetiştirildiği bir bahçe olmalıdır. Belki de evliliğinizi kurtarmanın tek yolu onu bitirmektir.”

309



“Bu kadar gürültülü vurmamın sebebi dinleyenlerimin olmasını istememden mi?”

311



“Yine de en çok çiy damlası, en sessiz gecede düşer, biliyorum”

311



“Yaptığım seçimler başkalarını tutsak ediyorsa ben o özgürlüğü seçmem. Senin özgürlüğünün benim için anlamını düşündün mü? Bir dulun, terk edilmiş bir kadının ne kadar seçim şansı olabilir?”

316

Satranç- Stefan Zweig

Satırlara, sayfalara kısacası kitaba ihtiyaç duyan bir tutukluyu, çölde susamış bedevi klişesini kullanarak tanımlamak istiyorum. Kitaba susamış olmayı somutlaştırmanın nafile olduğunu düşündüğümden, susamak fiilini kendi gerçekliğiyle okutmak için yapıyorum bunu.




Bir paltonun cebindeki şişkinliğin kitaptan olduğunu bilmek, bazen nasıl da inanılmaz! Hayır, ılgın değil; art arda sıralanmış sözcükleri, satırları olan, içerisinde yeni dünyaları toplamış, sayfaları çevrilebilen, gerçek bir kitap.



Normal şartlar altında belki pencereden fırlatıverirdi o kitabı ama, yalnızlığına ortak çıkınca isteksizce sarılmakla yetindi.



Kitapta kendisi vardı yalnız. İki "ben" ile birlikte hem siyah, hem beyazdı. Kendisine şah çekip mat oluyor, bu tinsel atıştırmayı hevesten, bir çılgınlığa dönüştürüyordu.



Yararsız ve boş zamanlar, hırs ve sabırla doldurur mu insanı?



Ve şöyle anılacaktı: " Amatör olduğu düşünülürse, olağanüstü yetenekli"








"...Ötekiler, gerçek satranç oyuncuları, satrancı ciddiye alırken, ben, sözcüğün tam anlamıyla satranç 'oynarım' "

25




"Ama en kötüsü sorgulama değildi. En kötüsü, sorgulamadan sonra hiçliğime geri dönmekti; aynı masanın, aynı yatağın, aynı leğenin, aynı duvar kağıdının olduğu aynı odaya."

48




"Eh, dört ay, yazması kolay, altı üstü birkaç harf ! Söylemesi de kolay: dört ay, iki hece ! Çeyrek saat içinde dudaklar böyle bir sesi çabucak uyduruvermiş: dört ay ! "

50




"Ama bu kitapla cehennemime geri dönmek ne olağanüstü bir andı, en sonunda yalnızdım, ama hiç de yalnız sayılmazdım."

55




"Ama yeryüzünde kimin, hiçliğin kölesi olan benim kadar yararsız ve kullanılmayan zamanı vardı ki, kim bu kadar hırs ve sabırla doluydu? "

57




"Bu oyunlar oyununun yarattığı tinsel durum üzerine ne dereceye kafa yorduğunuzu bilmiyorum. Ama rastlantıdan tümüyle kopmuş bir düşünce oyunu olan satrançta, kendine karşı oynamak istemenin mantıksal açıdan bir saçmalık olduğunu anlamak için fazla düşünmeye gerek yok sanırım."

59




"Ama her türlü normallikten zorla kopartılmış olduğumu unutmayın; suçsuz olmasına karşın hapsedilmiş, aylardır tek başına bırakılarak kurnazca işkence yapılmış bir tutukluydum ben, birikmiş öfkesini uzun zamandan beri herhangi bir şeye boşaltmak isteyen bir insandım"

63




"Yeryüzünde beni sorgulamayan, bana işkence yapmayan bir insan var mıydı gerçekten?"

67




*

Franz Joseph Gall

*

Boyalı Kuş- Jerzy Kosinski

"Ve Tanrı, ulu Tanrı bilirdi yalnız,


Ayrı ırktan geldiklerini, memeliler olduklarını"

Mayakovski



İkinci Dünya Savaşı sırasında 6 yaşında bir çift gözün gördükleri bu roman. Gerçekliğinin boyutuyla ilgilenmedim hiç. Okunanlar, okunduğu anda gerçektiler çünkü.



Boyalı kuş hikayesi, boyanan bir kuşun, türdeşlerinin yanına gönderilmesinden sonra, türdeşleri tarafından farklı olduğu sanılarak öldürülmesine dayanır. Metafor yerindedir ve doğuştan boyalı bir kuş, yani aslında bir çocuk, düşmesinden endişelendiği gözlerinden gösterir bize dünyasını.

Anadan üryan bedenlerin iç içe geçmesinin bir anlam ifade etmediği yaşlarda, cinselliği en kaba haliyle görmüş; şiddeti şahikasında yaşamış bir çocuğun gözlerinden geçenlerdir okunanlar. Doğrusu, savaş ve yoksulluğun perçinlediği hayvanlaşma canileşme güdüsünün, insandaki dışavurumlarıdır o bir çift gözün gördükleri.


Peki savaş ve yoksulluk, insanlıktan çalar mı ?





"... Değirmenci olmasa dayanamaz alırdım gözleri. Hala gördüklerinden emindim. Onları cebimde gizler, zaman zaman çıkarıp kendiminkilerin üzerine koyup iki kere daha iyi görürdüm. Belki bu gözleri başımın arkasına da bağlayabilirdim..."

50




" Kör olunca hayat boyu gördüklerini de unutur muydu acaba insan? Düş bile göremezdi belki o zaman. Eğer kör kişi, belleğinin gözlerini de yitirmişse bu iş o kadar önemli sayılmazdı."

51




"...Zaman zaman gözlerimi yokluyor, dikkatle yürüyordum. Gözlerin yüzde pek cılız köklerle bağlandığını biliyordum artık. İnsan eğildi mi, elma ağacındaki elmalar gibi sarkıyor, düşebiliyorlardı. Baş eğip çitleri aşmayaya yemin ettim. Ama ilk denemede ayağım takıldı, düştüm. Hemen elimi yüzüme götürdüm. Gözlerimi yitirmediğimi anlamak, emin olmak istiyordum... "

52



"Ötekiler, Almanlar tarafından güçlü makinelerle donatılmış fırınlarda yakılırken, benim bayağı odun ateşinde kavrulmaya hiç niyetim yoktu."

108




"Ölmeden önce ne düşündüğünü bulmaya çalışıyordum. Onu trenden atan yakınlarıyla dostları, herhalde köylülerin yardımına koşacaklarını, fırında yanmaktan kurtaracaklarını söylemişlerdi. Büyük bir hayal kırıklığıydı bu! Tıklım tıklım vagonda annesiyle babasının sıcak göğsüne sokulmayı, yakınlarının varlığını duymayı, tek başına olmadığını, diğerleri gibi bir yanlışlık sonucu götürüldüğüne inanmayı yeğ tutardı sanırım."

111




"Yakmak için koca koca fırınlar yapacaklarına, Yahudilerle, Çingenelerin göz ve saç rengini değiştirmek daha kolay olmaz mıydı?"

111



"Kiliseler beni hep etkilemiştir. Dünyanın her tarafına serpiştirilmiş Tanrı evleriydi bunlar. Tanrı, bunların hiç birinde oturmazdı ya, nedense aynı anda her birinde de bulunduğu sanılırdı"

131



"Boş kaldığım her an bir dua daha okuyup Tanrı'nın katındaki itibarımı arttırıyordum."

138




"Başarı, bir kısır döngüydü. Ne kadar kötülük yaparsan o kadar güçlenirdin. Ne kadar güçlenirsen o kadar kötülük yapabilirdin."

161

Boşlukta Sallanan Adam- Saul Bellow

15 Aralık 1942 tarihi ile başlayan 9 Nisan 1943 tarihi ile biten bir günce.

İşinden ayrılışının yedinci ayında Joseph günlüğüne merhaba diyor ve işte bu şekilde, 2.Dünya Savaşı sırasında, evinde - çoğunlukla odasında-, sınırsız addettiği özgürlüğünü nasıl değerlendireceğini bilemeyen bir adamın var oluş ironisine tüm dikizsever benlikleri ortak ediyor.



Joseph, sınırsız özgürlüğün tutsaklık olabileceğini yazarken öte yandan da sinizme göz kırpıyor sanki. Belli bir düzenin getirdiği disipline uymayı "yaşasın düzen, disiplin !" haykırışıyla dillendirmekle kalmıyor; kendi sorumluluğunun başkalarının elinde oluşundan duyduğu ferahlığı da çekinmeden ifade edebiliyor.




Peki özgürlüğe sınırsızlık atfedemediğimiz için mi daha fazlası için peşinden koşuyoruz?



"Hemen hemen tüm yaşamını geçirdiği bir kentte kişinin asla yalnızlığı düşünülemez; yine de ben
tam anlamıyla bu durumdayım."

6



"Çevrem hareketlendikçe daha da ağırlaştığımı farketmeye başladım ve yalnızlığımın, çevremin gürültü patırtısıyla çılgınlığına karşı aynı oranda arttığını..."

9



"...Bir İngiliz öyküsü meşhurdur: 'Her gün giyinip soyunmak zorunda olmadığı için kendini astığı anlatılır.' "

16



"Aradığımız dünyalar, asla gördüklerimiz olmamıştır; ne de pazarlığını yaptığımız dünyalar satın aldıklarımız."

24



"...Bir anlamda, her şey iyidir; çünkü vardır. Ya da iyi olsun, kötü olsun, vardır. Tanımı olanaksızdır ve bu nedenle ulaşılmazdır, olağanüstüdür."

29



"Dünya eksik, henüz olmamış bir meyve gibi, aynı zamanda da tehlikeli ve hiçbir ölçü olmasaydı 'çirkin, vahşi ve kısa' olurdu."

40



"...Birisi sürekli gözdağı ile karşılaşıyor ve zaman zaman bu çirkin, vahşi, kısa dünya tarafından kuşatılarak beklenmedik köşelerde kıstırılıp savaş kaybediyordu."

60



"...ve belki, kendi kendimizi iyi kabul etmektense, diğerlerinin hakkımızdaki kötü izlenimlerine sarılacak kadar kendimizi iyi tanıdığımız için hepimizde vardır bu duygu."

84



"Fiziksel acı duymak, yaşadığımızı anlamamıza yardım eder. Öte yandan yaşama sarılmak, yaşamı sürdürmek için bizi kışkırtacak olaylar yoksa bu tür olayları arar, ortam hazırlar ve tekdüze, kaygısız, önemsiz yaşamaktansa, utanç ya da acı duymayı yeğ tutarız."

90



"Yaşamak öylesine değerlidir ki bizler için, boşa harcanan her şeyde çok dikkatliyizdir. Belki daha iyi bir deyişle kişisel alın yazımızın sezgisidiyebiliriz. Sanırım bu hırs sözcüğünden daha uygun."

97



"Platon der ki, eğer her şey olması gerektiği gibi olsaydı en mükemmel insan işinden kaçardı, yarışmazdı."

156



"...Ancak benim görüşümce öfkelerimiz aldatıcıdır. Düşmanımıza sadece sevgi ya da yalnızlık gibi karmaşık duyguların etkisiyle saldırdığımızın bilincine varamayacak kadar sakil ve ruhen zayıf yaratıklarız. Belki aynı zamanda kendi kendini aşağılama, küçük görme; ama daha çok yalnızlık."

165



" 'Sizleri, siz yaratıkları kötülükle cezalandırmıyorum!' diye bağırır Kral Lear. Korkunç zevklerini davet eder."

166



"Bu denli inat etmeseydim başarısızlığımı itiraf eder ve bu sonsuz özgürlüğümü nasıl değerlendireceğimi bilemediğimi söylerdim."

170



"Sürekli olarak kendi kendimizi özgür kılmak için savaşıyoruz. Ya da başka bir deyişle kendi kendimize dört elle sarılır görünmemize karşın dizginlerimizi bırakıvermeyi yeğ tutardık."

173



"...Artık kendimden sorumlu değilim; buna çok memnunum. Başkalarının elindeyim artık, kendi kendimden kurtulmuş, özgürlüğüm elimden alınmış durumdayım.

Yaşasın düzenli günler, saatler!


ve ruhun zaferi!


yaşasın düzen, disiplin!"

214






Radix malorum est cupiditas


Tu as raison aussi


C'est plus fort que moi



Kadından Kentler- Murathan Mungan

Kadın öznesini 16 kentte var eden 16 öykü bu.

Her bir kentin fotoğrafında farklı kadınlar var. Bildiğimiz/ gördüğümüz kadınlar gibiler hem de. Kimi mutlu kimi güzel kimi kırılmış...

Kronoloji burada işime yarar mı bilmiyorum. Kimin kimden önce var olduğunu bilmek önemli değil bence. Benzemişler ama birbirlerine. Kenti kadınına benzemiş biraz, kadını da kentini andırıyor.

Kentlerin ruhları yok; ama kadınlarının ruhlarını ödünç almışlar.


Dişil bir dünyanın, çerçevesi dar bir tasviri.


peki gerçekten kadın Tanrı'nın ikinci hatası mı ?






"İnsanlar aynı biçimde, aynı yönlere doğru değişmiyorlardı. Çoğu kez mazi ortaklıkları şimdiki zaman arkadaşlıklarını diri tutmaya yetmiyor ama insanlar bu gerçeği kabullenemeyip her şey eskisi gibi sürsün istiyorlardı. Sanki bir şeyler hiç değişmeden olduğu gibi sürerse hayat daha gerçek, dünya daha inandırıcı bir yer olacaktı."

20



"Mimozalar, erguvanlar, mor salkımlar, leylaklar, hanımelleri, güller, ortancalar, ıhlamurlar sırasıyla açar."

35



"Bazı anlar kendiliğinden uzar. Öyle oluyor. An uzuyor. İçinde bulunduğu an, bütün hayatına yayılırcasına uzuyor."

41



"Hayat kendi malzemesiyle kanıksanmıyor. Ancak ölümün malzemesi hayatı kanıksatıyor."

45



"Başkasının boynundaki ip, kendi boynunda seğirmiş gibi elini boynuna götürerek oradaki görünmez çizgiyi aldı."

47



"Hayatla karşılaştırılmayacaksa romanlar niye okunsundu ki?"

67



"...içinde yaşadığımız zamanın kulak kabarttığımız uzakları bile farklıydı. Bir tek kalplerimiz yakındı onunla ve ben diğer birçok şeyi önemsizleştiren bu yakınlığı yıllar geçtikçe daha çok anlayacaktım. Zaten hep öyle olmaz mı? Hayat demek, biraz da zamanında anlamadıklarımıza karşı duyduğumuz pişmanlıklar demek değil midir?"

106



"...karşı tarafa tanıdığı bu özgürlüğün, aynı zamanda nasıl bir sorumluluk yüklediğinin farkında mıydı, bilmiyorum."

110



"Bizim asla sahip olamayacağımız aşkların ve hayatların şarkıları... İstesek de aynı kulakla dinleyemezdik onları. Bu şarkılarda onların geçmiş ivardı belki ama bize bir gelecek yoktu. Yalnızca bu yüzden bile ölmeye mahkumdu müzik."

126



"Gerçekler de yalanlar kadar kaypaktır. Elinizden, avucunuzdan kaçı kaçıverirler. Gerçek dediğin, hayat karartır."

158



"Sanki aşka zahmet etmemişti kalbi; yükü olan şeylerden uzak durmayı bilmişti."

158

Kürk Mantolu Madonna- Sabahattin Ali

Bir "aşk hikayesi" Kürk Mantolu Madonna.

Yıllardır eksikliklerini hissettikleri şeyin birbirlerinin varlığı olduğunu anlayan, yalnızlıklarına gömülmüş iki kişinin aşk hikayesi. Temiz ama tutkulu, ölüm kokan ama yaşam dolu bir aşkın hikayesi. "hasta bir köpek kadar yalnız olan" bir kadının, "şimdi ben gidiyorum fakat ne zaman çağırırsan gelirim" yakarışı; "küçüklüğünden beri saadeti israf etmekten korkan" bir adamın, "çağıracağım" diyen umudu... Her okunduğunda yeni bir son beklenip, aynı sonla biten; başka hiçbir sonun yakışamayacağı bir hikayedir. Kelimelerin yan yana durduğunda ağladığını, yalvardığını, sevindiğini gösteren; umut yazgılı ama umutsuz bir hikaye...

"En lüzumsuz adam"ın gördüğü en güzel portrenin hikayesidir.




"İnsanlar arasındaki münasebetleri tanzim eden amiller ne kadar gülünç, ne kadar dıştan, ne kadar boş bilhassa asıl insanlıkla ne kadar az alakası olan şeylerdi."

"Bütün teessürlerimiz, inkisarlarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır."

"...Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rasgeldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığı ile öteye geçiveriyoruz?"

"Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim."

"Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi ?"

"Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar ve günün birinde hatasını anlayınca yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar."

"...ve bütün tanıştığım erkekler bunu, yani kendilerini sevmediğimi, sevemediğimi anlayınca büyük bir teessür hatta hiddetle beni terkettiler."

"Hiçbir kadın ihtiras halindeki bir erkek kadar aciz ve gülünç olamaz."

"...o, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka. Aşk, bence bu istemektir; mukavemet edilemez bir istemek."

"Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilmeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu."

"Muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. Hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti."

"Bu anda ona ait bütün işler bitmiş olacağına göre, benim yeryüzünden bulunuşum kadar gülünç, sebepsiz bir şey olamazdı."

"Bende inanmak noksanmış...Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için sana aşık olmadığımı zannediyormuşum."